12 Mart 2017 Pazar günü Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen 2. Uluslararası Melâmilik ve Seyyid Nûru’l-Arabi Sempozyumuna Dil-i Halvet ekibi olarak iştirak ettik.
Kalplerimizi biraraya getiren maddi unsurlar değil, manevi unsurlardır. Bu cihette katıldığımız bu güzel sempozyum programında ortak manevi değerlerimizle, hocalarımızın sunduğu bilgi dolu tebliğler ile melâmilik ve melâmet neşvesi kavramlarına dair bir tefekkür yolculuğuna çıktık.
Melâmet, kınayanın kınamasına aldırmadan, aşk ve hakikat yolunda yürümektir. Dr. Hayati Bice hocamızın Ahmet Yesevi ve Melamilik ile ilgili konuşmasında vurguladığı gibi melâmet aşk kapısı açılınca, önce gelen toprak gibi ol ve hazır ol emrine teslim olmaktır. Velhasılı; melâmet, gökten yağmur gibi bela yağsa da başını açık tutmaktır. Melâmet neşvesinde aşıklara harlık ve zarlık gerektir. Kınanmasız ve minnetsiz melâmet oklarını yemeden âşık olunmaz diyen Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet’te nefsini aşağı mertebeye çekerek, kınamak ve hormalamak gerektiğini vurgulamış ve ancak bu şekilde melâmet neşvesi tecelli edeceğini buyurmuştur. Nefsi teskiye etmek için çıkılan bu seyrü sulük yolunda salik daima mürşidin gözetimin de olmalıdır.
Zira Mustafa Tekçe hocamızın konuşmasında da belirttiği gibi nefsin üç kademesi vardır. Almak, dağıtmak, vermek… Nefsin hapsedilmesi ve aşkın en hücra köşelere yerleşmesi için önce mürşidinden geleni almak, içine sindirmek, şeksiz ve şüphesiz uyumlanarak kalbini selim kılmak için kâinatı önce kendinde toplamak ve birlemek gerektir. İşte sonrasında birleme ile aşk başlar ki dağıtmak ile çoğalır. Kesrette vahdeti yaşayarak, kendindeki fazlalıkları verip, Hakk’ın güzellikleri ile aşkın hücra köşelerine kadar her bir zerrende yaşanmasıdır. Zira önemli olan kulluktur. İnsanın kulluğunu bilebilmesi için de acziyet ve hiçliğe bürünerek sürekli Hakk’ı zikretmelidir ki melâmet, Hakk’ı zikrederek ve kalbini cilalayarak; her zerrede Hakk’ı müşahade eden kişide hiçliğin tezahürüdür. Melâmet neşvesi, müşahade içinde aşkın doruklarına Hallac-ı Mansur’un dediği gibi En-el Hakk diyerek kendindeki Hakk’ı keşfedebilmektir.
Bunlarla birlikte Mahmud Dipsar Efendi`nin “Rububiyet Sırları” adlı tebliğinde ise İslamı anlayış farklılıklarının neler olduğu “Biz gerçekten İslam mıyız” sorusu ile iç muhasebe yapılması ve gerçek manada İslamın algılanması ve anlaşılması gerektiği konusu gündeme geldi. Mahmut Dipsar Efendi, akl-ı maaştan aklı maada giremediğimizden dolayı insanda rububiyetin açılmadığına dikkat çekti. Peygamber Efendimizin (S.A.V) algılama farklılıklarından bahsederek, Resulullah Efendimizin suret olarak yalnızca tarihi kişiliğinin algılandığını; fakat evrensel hâlinin çoğunlukla anlaşılamadığından dem vurdu. Mahmut Dipsar Efendi ayrıca; Kur’an-ı Kerim’i okurken ayetlerin iç manasına girebilmek için önce kalbimize indirmemiz gerektiğini dile getirdi. Kur’an’ın insandan ayrı olmadığına ve bizzat insanın genlerine yazıldığına dikkat çeken Mahmut Dipsar Efendi, insanın, kâinatın ve Kur’an-ı Kerim’in birbirinden ayrı olmadığını ve indirilmiş kitabın bizzat kâinatın, insanın kendisi olduğunu söyledi. Bu doğrultuda Kur’an’ın kalplerimize inzal olması gerektiğini vurguladı..
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç hocamız ise sempozyumun kapanış konuşmasında; dervişliğin Yunus’un dediği gibi sadece tac ile hırka olmadığını ve dervişliğin bunun ötesinde bir ruh hali olduğunu bizlere hatırlatmaya çalışan melamet neşesini korumamız ve geliştirmemiz gerektiğini belirtti.
Aralarında Mahmud Dipsar Efendi, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Raif Vırmiçe, Mustafa Tekçe, Prof. Dr. Bilal Kemikli, Necdet Tosun, Dr. Hayati Bice, Fehmi Özden ve Burak Anılır gibi önemli isimlerin bulunduğu sempozyumda tüm hocalarımızın tebliğleri düşünce dünyamıza büyük bir ışık tuttu.
Sempozyum, Mahmut Dipsar Efendi`nin duası ile nihayetlendi.
Bu vesile ile birlik içerisinden doğan güzelliklerin devamını diler, sempozyumun hayırlara vesile olmasın temenni ederiz.
Aşk ile niyazlar…
GTDGD
Dil-i Halvet