Evliyalar enbiyalar yolları,
Gözüme göründü halvet inleri.
Sanki açılmıştır cennet gülleri,
Merhaba ya ehli halvet merhaba,
Merhaba ya ehli tevhid merhaba
Aşık Yunus senin sürüdüğün sefa,
Gözüme görünmez çektiğim cefa.
Ümmetinde sünnet kılmış Mustafa,
Merhaba ya ehli halvet merhaba,
Merhaba ya ehli tevhid merhaba.
Ne güzel anlatmış duygularını Âşık Yunus dizelerinde. Hakk Erenlerin bu ve buna benzer birçok güzel şiirle anlatmaya çalıştıkları bu güzel hizmet tasavvufta büyük önem arz eder.
Sulukunu tamamlamış nice Hakk erenler var ki erbainler dolayısıyla kalp aynalarını parlatmışlardır, Hakk’ın güzelliklerine, lütuflarına mazhar olmuşlardır, her bir mertebeye erbainlerle erişmişlerdir. Kal diliyle değil ancak hal diliyle anlaşılabilecek olan bu maneviyata sarılma günlerini anlatabilmek için ilk önce ‘Halvet’ ve ‘Erbain’ kelimelerinin kökleri ve anlamları üzerinde durmak gerekir. Fakat öncelikle konuya ufak da olsa bir giriş yapalım.
Halvet “ Turuk-ı Âliyye” de yer alan bütün tarikatlarda görülür. Turuk-ı Âliyye, insanları meşrep, mizaç, neşe ve mesleklerinde hâkim olan özelliklerine göre dikkate alır ve bu özellikleri edeb-i Muhammediye sınırları içinde makul yönlere kanalize ederek insanın kendinde gizli olan istidadı ortaya çıkarıp kendi öz varlığından haberdar olmasını sağlamak gayesini güder.
İşte tarikatlar, bu gayenin ışığında zahirin ve batının sultanı hatemü’l enbiya Hz. Peygamber ( sav )’in iki neş’esi üzerine kurulmuş olup, Hz Ali ve Hz. Ebu Bekir (r. anhüma ) ‘den olmak üzere iki koldan yayılmıştır. Zamanla bu tarikatlar gelişip genişleyince kollara hatta şubelere ayrılmıştır.
Bunlar arasında Türk insanını ve toplumunu en fazla etkileyen tarikatlardan biri, belki de birincisi Halvetiliktir. Toplumun farklı karekterlerine sahip muhtelif zümrelerini aynı anda terbiye altına alma özelliği taşıyan, her sınıftan insanlara hitap eden ve mensupları arasında her türlü meslek sahiplerinin görüldüğü bir gönül ocağıdır Halvetilik.
Halvetiyye tarikatı, adını kurucusu Ebu Abdullah Siracüddin Ömer el-Lahci el-Halveti ( 800/1397) den almaktadır. Yolumuzun, erkânımızın kurucusu Pirimiz Ömür-el Halveti, olgunluğu ve kabiliyeti sayesinde ve Allah Teâlâ’ya kullukta gösterdiği büyük azim ve irade sebebiyle yüksek makamlara ererek Halvetiyye tarikatının kurucusu ve ilk piri olmuştur. Halvete olan düşkünlüğü sebebiyle kendisine bu isim layik görülmüştür.
Ömer-el Halveti hocası Muhammed Harezmi hazretlerinin sohbetlerinde yetişmiştir. Hocasının emirlerini can ve başla dinler. Nefsinin arzu ve isteklerine uymaz. Tarikat sulukunu tamamlayıp kendisine halifelik icazesi verildiğinde, irşat görevini kabul etmez ve dağlara çıkar. Orada bir ağaç kovuğuna yerleşir. Bu ağaç kovuğunda peşpeşe erbain çıkarır. Hatta kırk kere erbaini üst üste çıkararak ( 1600 gün ) daima tevhid ve zikir üzere olur. Tevhid zikrini yapmaya başlayınca dağlardaki kuşlar ve diğer hayvanlar ağaç kovuğundaki Ömer-el Halveti’nin etrafını çevirip halka oluşturarak tevhid zikrini sonuna kadar dinlerlerdi.
Gönülde böylesi güzel hallere vesile olan ve mutlaka her tarikatta olması gereken bir hizmet olan “erbain” in tarihteki köklerini ve ilklerini araştırdığımız zaman ise, erbainin İslam’dan da önce var olduğu ve Peygamberler tarafından uygulandığı bilgilerine rast geliriz.
ERBAİNİN TARİHTEKİ KÖKLERİ:
Halvet, tarihlere geçmiş olan malumata göre Hz Musa (a.s.)’dan kalmıştır.Hz. Musa (a.s.)’nın yaşadığı dönemde toplum iyice dejenere olmuştu.Bir zamanlar Batıni eğitim yerleri olan Mısır’daki mabetlerde batını eğitimden geçirilmemiş firavunlar, krallar yönetime geçmeye başlamışlardı. O eskinin bilgeliği artık iyice kaybolmaya başlamıştı. Kur’an-ı Kerim’de firavunların kötü olarak gösterilişinin sebebi budur. Kur’an-ı Kerim’in Araf suresinin 105-120 ayetleri Hz. Musa’nın firavun ve adamlarıyla yaptığı savaşı anlatır.
Hz.Musa ‘nın artık iki önemli vazifesi vardı.:Gittikçe dejenere olmaya başlayan yöre halkının inançlarını “ Tek Tanrı” inancı ile fazla bilgi vermeden, Batıni bilgilerin derinliklerini açıkça aktarmadan, derleyip toparlamak; ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkartarak Kızıldeniz’in doğusuna göç ettirmek.
Kervanlarıyla Sina dağına geldiklerinde ise bir müddet burada konaklanacağını ve mağaraya giderek taştan bir levhanın üzerinde yazılı yasayı alıp getireceğini söyledi. Yeni vahiylerle görevinin istikametini tayin etmesi gerekiyordu. Bu olay Kur’an-ın A’RAF suresinin (7/142).ayetlerinde şöyle anlatılır:
“ Musa’ya otuz gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı.”
Mağaradan halkın arasına geri döndüğünde ise onun yokluğunda isyan etmiş olan halk sağa sola kaçışmaya başladılar. Çünkü onun doğaüstü yeteneklerini biliyorlardı. Mağarada halvette kaldığı kırk gün boyunca kendisini gizli güçler sarıp sarmalayarak korumaya almıştı.
Yozlaşan ve dejenere olan eski gelenekleri halkın zihninden tamamen silmek için başlatılan operasyon, bu büyük yürüyüş sırasında gerçekleşmiş ve Hz. Musa, büyük kafilesiyle birlikte hedeflediği noktaya ulaştığında artık “Tek Tanrı” inancına dayalı dinin temelleri de atılmış durumundaydı. Bu büyük yürüyüş sırasında kırk günlük halvet sürecinde alınan vahiylerle birlikte yeni din ve yeni kitap da beraberinde gelmişti
Yine tarihte araştırmamıza devam ettiğimizde Hz. İsa’nın annesi Meryem’in de halvette manevi rızıklar aldığı görülür.
Hz. İsa’nın annesi Meryem, Esseniler soyundan gelme Galileli bir ailenin çocuğuydu. Elimizdeki bilgilere baktığımızda Meryem’in, Hz. İsa’nın annesi olmak için özel olarak seçildiğini ve özel olarak bu görev için hazırlandığını anlıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de bu konuya şöyle yer verilmiştir:
“ Hani melekler, “Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.” “ Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve rükû edenlerle beraber rüku et.” demişlerdi. ( Ey! Muhammed ) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.. ( ALİ İMRAN: 3/42-44)
Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Suresi’ndeki bu bilgiden Meryem’in temizlenme işleminden geçirildiği açıklanmıştır. Burada söz konusu edilen temizlenme işlemi fiziki değil batıni bir temizlenme işlemidir.
Kur’an-ı Kerim’in Meryem Suresi, Meryem’in özel olarak bir yere götürüldüğünden bahseder.
“Ey Muhammed! Kitapta Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak Doğu tarafında bir yere çekilmiş ve onlarla arasında bir perde germişti.
Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.
Meryem: “Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman’a sığınırım.” dedi.”
(MERYEM:19/16-18)
Bu ayetten de çok açık anlaşılıyor ki Meryem Hz İsa’yı dünyaya getirmeden önce bir süre halktan ırak, yalnız ve tenha bir yerde uzunca bir süre halvette kalıp manevi rızıklar elde etmiştir.
Şüphesiz Halvet ve erbain kavramlarının en güzel örneklerini Hatem’ül Enbiya HZ. Muhammed (sav)’ın yaşantısında görüyoruz.
Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’e indirilmesi bir anda başlamamıştır. Çok uzun bir süre bir hazırlık dönemi olmuştur.
40 yaşına doğru her geçen gün biraz daha iç dünyasına kapanmaya başlayan Hz. Muhammed (sav), sık sık bulunduğu ortamın dışına çıkıp, kendisiyle baş başa kalabilmek ve derin düşüncelere dalabilmek için Hira Dağı’na çıkardı. Nihayet bu mağara da tenhaya çekilme zamanlarında duyular sınırı gittikçe genişliyor ve duyular dışı algıları gittikçe yoğunlaşıyordu. İşte bu yoğun, ağır ve zahmetli halvet dönemi Hz Muhammed’e vahiy alma potansiyelini bahşetmişti.
Yine Hıra’daki mağarasına geldiği bir zamanda Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetleri inmeye başlıyordu.
“ Yaradan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ‘alak’dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”
İşte bu sözler Hz Muhammed (sav) Hira’daki mağarasındayken Cebrail’in ilk getirdiği ayetlerdir.
Halvetteki bu sürecin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu anlayabilmek için yine kendisinin söylediği sözlere kulak verelim:
-“ Sen Allah’ın Elçisisin” sözüyle ilk vahiy geldiğinde ayaktaydım. Sonra hemen diz üstü çöktüm. Kendimi sürükledim. Göğsüm inip inip kalkıyordu. Hatice’nin yanına vardım ve ‘ örtün beni, örtün beni’ diye bağırdım.”
Böylelikle 40 yaşındayken 23 yıl sürecek vazifesine artık hazırdır.
Tarih’teki yolculuğumuza devam edelim ve Halvetiyye yolumuzun İkinci Piri Seyyid Yahya Şirvani Hazretlerinin yaşamına göz gezdirelim. Seyyid Yahya, 14. Asrın sonlarında Azerbaycanın Şamahı velayetinde doğmuştur. Tam adı Seyyid Cemaleddin Yahya Es Seyyid Bahaeddin Es- Şirvani El- Bakuvi’dir.
Seyyid Yahya çocukluğunda ve gençliğinde hem fiziki hem de ahlaki yönden mükemmel bir insandır. Öyle ki hemen her kaynakta onun bu yönüne dikkat çekilmiş, “ Kemal ve cemal sahibiydi. Fevkalade zahiri güzelliği ve Bâtıni kemalatı olan bir eşi bulunmaz yaradılıştaydı. Son derece güzel ve tesirli bir çehreye malik idi. Kırk gün hücresinde halvette kalıp da dışarı çıkınca yüzüne bakılamayacak derecede nurani bir parlaklık onu gören gözleri kamaştırırdı.” gibi sözlerle övülmüştür. Cemaleddin sıfatını alması da bu hususiyetine göredir.
“ERBAİN” VE “HALVET” KELİMELERİNİN MENŞEİ:
Erbain, çile, uzlet, halvet, inziva, “yalnızlık” gibi kavramlar, tasavvuf ile ilmi olarak ilgilenen herkesin sık sık karşısına çıkar. Tasavvuf ehlinin nefis terbiyesi ve gönül temizliği için bir tenhada geçirdikleri kırk gündür.
Erbain, 21 Aralık’tan 29 Ocak arası olan kırk günlük dönemi kapsar.
Tarikatımıza da adını veren “ Halvet “ kelimesi Arapça bir kelimedir ve “ tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma” anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye kapanmaktır. Halvete çekilmek tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır.
Halk arasında kırk günlük halvet eğitimine çile de denir. Bilindiği gibi “Çile” sözü, Farsça’daki çihil (kırk) kelimesinden alınmıştır. Bu deyim zamanla zorluk ve ızdırabı göğüslemek anlamında “Çile doldurmak” ya da “Çile çekmek” şeklinde kullanılmış, tekkelerdeki halvethanelere çilehane de denilmiştir.
Tasavvufi bir ıstılah olarak halvet, Hak ile gizli konuşmak şeklinde tanımlanabilir. Sofiyyede ise, Mürşid’in emir ve tensibi ile müridin karanlık ve dar bir hücreye çekilip ibadet, riyazet, murakabe, zikir ve fikirle vakit geçirmesi yerinde kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte tekkelerde halvet, genellikle kırk gün sürdüğü için buna “erbain çıkarmak” da denir.
ERBAİN-E GİRME ŞARTLARI:
Turuk-ı Halvetiyye’de halvete girme dervişin arzusu ve Mürşid-i Kamil’in himmetiyle olur. Asırlardır devam ede gelen uygulamalar çeşitlilik arz edebilir.
Bir Mürşid-i Kamil’in etrafında toplanan muhiban Mürşid’in isteği doğrultusunda hareket eder. Mürşid isterse, muhibanın toplu olarak dergâhlarındaki semahane gibi büyük salonlarında, isterse de tek tek hücre denilen karanlık, dışarısıyla irtibatı kesilmiş odalarda erbaine girmelerine karar verir. Mürşidin desturu olmaksızın hiçbir derviş erbaine giremez.
Erbain-e girecekler, temizlenerek ve ailesiyle helalleşerek, bütün masiva düşüncelerini dışarıda bırakarak Tevhid âlemine dalar. Orada artık masiva konuşulmaz, düşünülmez. İstirahatlarda sadece Hakk sohbeti yapılır. Akşam namazı ile beraber masiva ile ilgili düşüncelerden kendini uzaklaştırır. Namazlarda kıyam duruşuna dikkat ederek o ruhu rabıta olarak göz önüne getirmeye çalışır, sadece O’nu düşünür, namazlarda acele edilmez. Esmaların gönüle vurgu yapmasına dikkat edilir. Hakk ile bütünlük içinde olmak gerekir. Namazdaki ana gaye CEMAL’dir. Kendi ruhunu o ruhla bütünleştirmeye çalışmaktır. Akşam namazından sabah namazına kadar Hakk- Erenler bütünlüğü şarttır.
ERBAİN GECELERİ
Bu halvete bakma güzaf zevk-u safa halvettedir
Halvette kıl içini saf nur-i ziya halvettedir.
Nefsini sana bildirir ölmezden evvel öldürür,
Yokluk yolunu duyurur fakr-u fena halvettedir.
Derya olup durmaz coşar talazlanıp baştan aşar,
Kendisini bilmez şaşar aşk-ü heva halvettedir.
Encüm ile şems-ü kamer ateşlere düşmüş yanar,
Yer oturup gökler döner arz-u sema halvettedir.
Aç gözünü ibretle bak birdir kamu yakın ırak
Deprenmez olur dil dudak vasl u lika halvettedir.
Firkatte vuslat isteyen mihnette rahat isteyen,
Vuslatta işret isteyen ayş-ü beka halvettedir.
Terket Niyazi sen seni bir eyle gel can-u teni,
Duysam diyen Hakk sırrını sırr-ı Hüda halvettedir.
Bu halvete bakma güzaf zevk-ü sefa halvettedir
Halvette kıl içini saf nur-i ziya halvettedir.
Halvet için söylenen sözlere bakma, sen içine gir, halvete gir, o zevk ve safayı yaşa ki halvetin nurları yüzünü aydınlatsın.
Erbain geceleri, gerçekten içinde yaşanmadıkça anlatılabilecek bir durum değildir. Derviş namzetlerinin ve sırat-ı müstakim üzere yolda yürümek arzusunda olan her saliğin hiçbir mazeret ileri sürmeksizin, isteyerek, içten gelerek yapması gereken bir ibadettir. Hele de canından çok sevdiği Mürşidi ondan bu hizmeti talep ettiyse. Böylesi güzel bir hizmeti yapma fırsatı verilmiş, bu hizmetle Mürşidi tarafından şereflendirilmiş her dervişin kat-i surette her türlü masiva işlerini bu günlere göre düzenleyip mutlaka, Mürşid’inin belirlediği o nurani gecelerde hazır bulunması gerekir.
Düşünmeli bir; eski zamanları düşünmeli, Mürşid-i Kamil elindedir dervişin erbaine girip girememesi. Bir dervişin erbaine girip girmeyeceğine Mürşid’i karar verir. Eski zamanlarda öyle hemen giremezlermiş dervişler erbaine. Mürşid’i ne zaman takdir ederse o zaman girerlermiş
O halde her zaman bulamayabileceğimiz bu nurani gecelerimize katılmak bizim en başta gelen görevimiz olmalıdır.
ERBAİN-İN RUH ÜZERİNDEKİ OLAĞANÜSTÜ GÜCÜ
Huzur ve anlayışa olan özlem, kendini arındırma ihtiyacı, varoluşun derinliklerine dalma isteği gibi sebeplerle halvete giren bir kişi kendinde olağanüstü bir dönüşüm hisseder. Bu isteğinde samimi olan bir kişi varlığın mistik boyutuna giriş yapar.
Erbain-deki inziva ve masivadan kendini soyutlama, kelimenin tam anlamıyla kişiyi bulunduğu varlık sınırlarından dışarıya fırlatır.
Halvet deneyimleri son derece kişiseldir, dolayısıyla benzersizdirler ve temelde birbirleriyle kıyaslanamazlar. Genel olarak kişi dünyevi değerlerin ardındaki hakikati görür ve ezeli hakikat ile sevgiyi dünyevi değerlere yansıtır.
Dervişlerin karşılaştıklarında veya birbirlerinden ayrıldıkları anlarda dile getirdikleri bir temenni vardır: AŞK OLSUN!
İşte erbain hizmetinde aşkımız bol olmalı ki ruhlarımızı uyandıralım. Kişi bedenini fiziksel dayanma gücünün üstünde zorlamalıdır. Sürekli uyanık olmalıdır, zihni açık olmalıdır, büyük bir Sufinin dediği gibi:
“Bizimle kal, uyuyan bir balık gibi dibe batmayı düşünme. Bütün gece hafifçe dalgalanan okyanusla ol, fırtınadaki yağmur damlaları gibi etrafa saçılma.”
Erbain-de oruç , namaz, zikir, evrad bütünlüğü olmak zorundadır. Kişi bu bütünlüğün içerisinde yaşamak zorundadır. Zikir ilahi bir nurdur ki onun saflığı dervişin kalbini “ Sevgiliye” çeker. Zikir kişiyi doğrudan ilk akde götürür. İnsanlık ilk zikrini Âlemlerin Rabbinden duydu: “Elestü bi rabbiküm “ ( Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ) Bu zikir kalplerinde gizlendi, aynen gerçeğin kalplerinde gizlendiği gibi. Sufi zikrini duyduklarında gizlenen şeyler tekrar, kalplerinden onlara gösterilir.
Bilinen en temel zikir Kelime-i Şehadetin ilk bölümü olan “ La ilahe illallah”tır. Kelimeyi Tevhid’in asıl açılımı “ La ilahe ilallah, Muhammeden resulallah” tır. Burası çok önemlidir. Çünkü” La ilahe illallah “ ancak Muhammed ( sav ) ile bütünleşince canlılık kazanır. Onunla bütünleşmemizi sağlayabilecek olan kalp Mürşid-i Kamil’dir.
ERBAİN’DE MÜRŞİD-MÜRİD BÜTÜNLÜĞÜ
Mürşidsiz seyahat edene bir günlük yol için ikiyüz yıl lazımdır.Bir ruh hekimi olan Mürşid, ayrılık hastalığını bizzat çekmiştir ve Tasavvufun sunduğu çarelerin tesirlerini ilk elden görmüştür. Mürşid, müridinin hallerini bilir ve yaşadığı güçlükleri anlar. Kendimizde küçük değişiklikler yapabiliriz, ancak çok daha güç ve ustalık isteyen Batıni dönüşüm sürecini gerçekleştirmek için kamil bir Mürşidin yardımına ihtiyacımız vardır.
Mürşide itaat ve tam güven, müridliğe başlamanın önemli adımlarındandır.
Erbain-e giren bir can, Mürşidi ile “ hem-dem” denilen “ tek nefes olmak” anlamına gelen içsel bir yakınlığı paylaşır. Mürşid, dervişe benlik sınırlarının ötesine geçmesi konusunda yardım eder. Mürid , Mürşid’i ile bu bütünleşmeyi yaşayamaz ise halvetin açılımlarına eremez.” Yarana bir bant sararak kendi kendine ilk yardımı yapabilirsin, ancak kendi kendini ameliyat edemezsin.
Mürşid, manevi aktarım zincirinin (silsile) dayanağı olan “ ilk Mürşid” Hz. Muhammed’i (sav) temsil eder. Mürşid ile kurulan bağlantıdan sonra, mürit bir sonraki halka olarak zincire eklenir.
Resulullah’ın (sav) manevi mirascısı olan Mürşid’ler, bu olağanüstü tehlikeli yol üstünde güvenliği sağlamak için bulunurlar. Mürşid Muhammed’dir (sav). Gayemiz ona ulaşmaktır. Erbain’lerdeki inziva ve dış dünyadan (masivadan) soyutlanma bu gayemize ulaşmak içindir. Bir kişi Muhammed’e (sav) ulaşana kadar, o bize gelmez. Hakka giden yol, çok tehlikeli, aşılamaz ve karlarla kaplıdır. O ( Hz. Muhammed (sav) ), can pahasına atını sürerek, yolu temizleyenlerin ilkiydi. Bu yola giren herkes, onun cömertliğinden ve rehberliğinden istifade eder. O yolu keşfetti, işaretleri koydu, tahta tabelalar dikti: “ Oradan değil, bu yoldan git!”.. Bütün Kur’an-ı Kerim bunun için vardır. Apaçık işaretlerle dopdolu.
Mürid, halvet sonucu, anlayışını yükseltebilir ve Mürşid’inin himmetiyle Rabb’ini bilmesi yolunda aşama kaydedebilir. Şöyle ki:” Zamanı geldiğinde, insana mesajlarımızı uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi özbenliklerinde ( bulduklarıyla) tam olarak anlatacağız ki bu vahyin tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın”.(41/53)
Bu kavmin eteğini tut, elini tenden çek,
Uyanık ol ki fırsatı elden kaçırmayasın.
(Pir seyyid Yahya ŞİRVANİ)
SONUÇ:
Asırlar boyunca pek çok tarikat ehli erbain uygulamasını birçok kez tekrarlamıştır.
Mürid bu kırk gün içindeki arayışında, her gün halkedilmişlere (yaratılmışlara) Hakk’ı nerede bulacağını sorar ve bütün halkedilmişler de, güneş ve ay, yıldızlar, gezegenler ve rüzgâr, Hakk’ı aradıklarını söylerler. Bu durum, mürid, Resulullah’ın (sav) tavsiyesine kulak verip Hakk’ı “ruhunun derinliklerinde bulana” kadar sürer gider. Çünkü müridin gönlü, Sevgili’nin asıl meskenidir.
Bir mürit için Mürşid’i, sözünden katiyetle çıkmaması gereken kayıtsız şartsız bir otoritedir. Mürşid’e olan samimi bağlılık, halvette dervişe kendi görüş açısını değiştirebilmesi için gereken dış şartları hazırlar. Mürşid merkezi konumdadır, benlik sınırlarının ötesine geçmesi konusunda müride yardım eder.
İnsan, bedenden kurtulmadan tam anlamıyla mana, yani insaniyet âlemine geçemeyeceğini unutmamalı ve bu beden kesafetinden kurtulmaya çalışmalıdır. Erbain’de az yemek, az uyumak, az konuşmak kurallarından amaç budur.
Erbainin gayesi, şahsiyete ait keyfiyetlerden kurtulup kâinatın tümünü kapsayan bir âleme dâhil olmak ya da özet olarak Allah-u Teâlâ’ya (CC) kavuşmaktır.
Dervişin payına düşen ise Mürşid’inin himmetiyle bu gayede muvaffak olmaya çalışmaktır.
Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinin 16.,17. Ayetleriyle yazımızı bitirelim.
“…Bunun içindir ki, şimdi siz onlardan da, onların Allah’tan başka tapındıkları bütün o asılsız şeylerden de uzaklaşıp şu mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetini size ulaştırsın ve sizi durumunuza göre ruhlarınızın ihtiyaç duyabileceği şeylerle donatsın.”
KAYNAKLAR:
- HALVETİLİKTEN GÖNÜLLERE MESAJLAR ( HASAN ŞÜKRÜ YAYINTAŞ EFENDİ )
- BAKÜ’DEN ANADOLUYA YANSIYAN IŞIK (HALVETİ PİR SEYYİD YAHYA ŞİRVANİ)- Dr. HASAN ALMAZ
- KALP,NEFS,RUH (PROF. DR. ROBERT FRAGER)
- KUR’AN-I KERİM’İN GİZLİ ÖĞRETİSİ ( ERGUN CANDAN )
- NOKTANIN SONSUZLUĞU-DÖRDÜNCÜ KİTAP (LÜTFİ FİLİZ)
GTDGD