ESMA-ÜL HÜSNA’ dan biri de “Hakk” tır. Doğruluğu değişmeyen Tek’tir. Erenler ise O’nunla doğruyu bulmuş, O’nun doğrusuyla bütünleşmiş, benliğini O’nda eritmiş velilerdir. Hakk batındır, Erenler zahirdir. Yani görmeyene sır, gören göze aşikârdır. İşte tasavvufta sık kullanılan “Hakkerenler” ifadesi bundandır. Allah’ı görmüşcesine kulluktur. HŞY
“Her kim bu dünyada kör ise ahirette de kördür..” İsra/17
“Görmediğim Allah’a inanmam” Hz. Ali (k.v.)
Tasavvufta Allah ‘u Teala Hazretlerini bilmek ,sevmek,kulluğuna bağlanmak,
O nun sevmediği kötü huyları atmak, hoşnut olduğu temiz huylarla varlığını güzelleştirmek,bu suretle rızasına ermek için girdiğin tarikat vird-i ni ve içindeki Esmaül Hünsa’yı öğrenmek farzdır.O’nu bilmek O’nun isimlerini ve sıfatlarını
öğrenmekle (zikretmek )olur. H.Ş.Y.
– A L L A H
‘’ Allah ‘’ ulûhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan
Zât-ı Vacibül- Vücûde delalet eden âlemdir.Ve sayılan isimlerin içinde
İsm-i Azam’dır. Allah ismi şerifi bütün isimlerin ,sıfatlerın birleştiği bir
ism-i câmi ‘dir.ve biz bu ismi şeriften Cenab-ı Hakk’ın bütün noksan
sıfatlarından münezzeh ve bütün Kemâl sıfatlarıyla muttasıf bulunmaktadır.O halde bu ismi şerefi hükmüne göre kul için yapılması gereken şey , tam ve kâmil insan olmaya çalışmaktır.Mümkün olduğu kadar noksanlarını azaltmaya , faziletlerini çoğaltmaya gayrat etmelidi
ER RAHMAN, ER -RAHİM isimleri iki türlü rahmet ifade eder.
Er-Rahman ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet, hiçbir türlü şarta, hiçbir türlü kesb ve iradeye bağlı olmayarak bahşolunan rahmettir. Bu bir rahmet-i şamiledir ki, bütün mahlukâtı kaplar. Bunda çalışan çalışmayan, suçlu itiatli, imanlı imansız ayırt edilmez.
Er-Rahim ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet ise, Rahman’ın lütfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az “bire on”dur. Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allah-u Teala’nın daha fazla ve hatta hudutsuz, hesapsız mükafatları vardır
1- -EL- RAHMAN
O, ezelde bütün yaradılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, sevdiğini, sevmediğini ayırdetmeyerek tekmil mahlukâtını sayısız nimetlere müstağrak kılan RAHMAN’dır.
Rahmet veya merhametin manası, kalb yufkalığıdır.
Sen serbestliği hayra kullan, kâr yoluna git ki, verilen nimetlerden sana ziyan gelmesin, küfran-ı nimet etmiş olmayasın.
2 — -EL -RAHÎM
O, pek ziyade merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı RAHÎM’dir.
Mükâfat zevkini duyan gönüllere yeis ve ümitsizlik giremez. Ne kadar darlık ve ıstırap içine düşerse düşsün, Allah-u Teala’nın mutlaka onu selamete çıkaracağına emindir. Çünkü suret-i katiyede bilir ki, O merhametlilerin merhametlisi, kerimlerin ekremidir.
3 –EL -MELİK
O, bütün kâinatın sahibi, bilesâle ve mutlak surette hükümdarı, MELİK’tir.
Arazi ne kadar geniş, tebası ne kadar çok, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, dünya hükümdarlarından hiç birinin hükümdarlığı hakiki ve bilesâle değildir. Kâinatın ezeli ve ebedi tek hükümdarı ancak Allah-u Teala’dır ve ancak O’nun hakkıdır. Fermanını geri döndürecek, hüküm ve kazasını bozacak yoktur. Dilerse mülk verir… şah yapar, dilerse padişahken indirir atar. Her dilediğini dilediği gibi yapar.
Dolayısı ile kişi, kendisinin önü sonu nereye varacağı belirsiz bir serseri değil, Rahman ve Rahim sahibi gerçek bir hükümdarın hüküm ve tesarrufu altında bulunduğunu ve hayatı boyunca, iyi kötü bütün söylediklerinin, yapıp ettiklerinin, görüp işttiklerinin kamusu muntazam kayıtlarla tesbit ve tescil edilmekte olduğunu ve mahkeme-i kübrâda vütün bu dosyaların ortaya dökülüp hesabı sorulacağı katî surette bilerek giderini ona göre ayarlamaktır.
4 –EL- KUDDÛS
O, hatadan, gafletten acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz KUDDÛS’tür.
Allah-u Teala’yı üstün güzellikleriyle yani kendine mahsus vasıflarla öğmek ve O’na noksan vasıflar isnat etmekten sakınmaktır. Takdis ve tesbih dir. Allah-u Teala’ya kendine mahsus kemâl sıfatlariyle hamd-ü senâ etmek takdis, O’nu herhangi bir lekeden, herhangi bir yaraşıksızlıktan tenzih etmek tesbihtir.
İtikât temizliği, şüphe ve tereddütten uzak olamalı. İbadet temizliği, ihlas ile olmalı. Kalb temizliği, oradan kötü huyları atmakla olmalı.
5 — EL- SELÂM
O, her çeşit arıza ve hadiselerden salim kalan, “her türlü tehlikelerden kullarını selamate çıkaran” Cennet’teki bahtiyar kullarına selam eden, SELÂM’dır.
İsm-i şerif mastardır. Dertten, beladan ayıptan, kusurdan beri olmak manasınadır.
Her işinde fanilere değil, yalnız Allah-u Teala’ya dayanıp güvenmektir. Çünkü yıkılmayacak ve her türlü afat ve beladan sâlim kalacak olan yalnız O’dur. Fanilere bağlananlar hayal sukutuna uğrayarak sonunda ağlayanlardır.
“Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür.”
Selameti yalnız O’ndan bilmek ve yalnız O’na teşekkür etmektir.
6 – EL- MÜ’MİN
O. gönüllerde iman ışığı uyandıran, kendine sığınanlara aaman verip onları koruyan, rahatlandıran, MÜ’MİN’dir.
Allah-u Teala kalblere iman bağışlayarak oralardan şekleri, tereddütleri kaldırmıştır. Kendilerine sığınanlara aman verip korumuş, emniyetle rahatlandırmıştır.
Kişiye gereken şey, etrafındakilerin emniyetini kazanmak ve imanını bütünleştirmeye çalışmaktır. Dünya ve ahiret selamet ve saadetinin biricik amili olan imanın bütünlüğü hakkında şu üç şeyi tasdiklemelidir.
Kalb ile tasdik, dil ile tasdik, iş ile tasdik.
Tasavvufta Allah-u Teala Hazretlerini bilmek, sevmek, kuluğuna bağlanmak, O’nun sevmediği kötü huyları atmak, hoşnut olduğu temiz huylarla varlığını güzelleştirmek, bu suretle rızasına ermek için girdiğin tarikat vird-i’ni ve içindeki Esmaü’l Hüsnâ’yı öğrenmek farzdır.
O’nu bilmek, O’nun isimlerini ve sıfatlarını öğrenmekle (zikretmek) olur. HŞY
7 – EL- MÜHEYMİN
O, gözetici ve koruyucu, MÜHEYMİN’dir.
Bu ism-i şerif, Mü’temenün aleyh diye de tefsir edilmiştir. Kendisine emniyet olunan demektir. Allah-u Teala Rabbü’l-âlemindir. Bütün varlığı görüp gözeten, yetiştirip varacağı noktaya oluştıran ancak O’dur.
Sana gereken, işlerini ve huylarını yani yapıp ettiklerini gözetmekle mümkün olduğu kadar uyanık davranmak ve bu hallerde eğriliğe kaymaktan kendini korumaktır.
8 – EL -AZİZ
O, mahlub edilmesi mümkün olmayan, galip, AZİZ’dir.
Bu ism-i şerif, kuvvet ve galebe sahibi olmak manasına izzet’dendir.
Aramızda bazı büyük (veli) adamlar vardır ki, kuvvetlerini gösterirlerde kullanmazlar. Böyle adamların hâli bu ism-i şerifin mazharıdır. Hatta bu zatlara “Azizim” diye hitap edilmektedir.
Kişi, bütün heveslerine hâkim ve galip olmağa çalışmalı. İsteklerini, arzularını temiz, dürüst ve helal yollardan temin etmesini bilmeli. Her işinde, her sözünde akıl ve basiretin acap ettirdiği hududu aşmamağa gayret etmelidir.
9 – EL -CEBBÂR
O, kırılanları onaran, eksiklikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan, CEBBÂR’dır.
İsm-i şerif cebir maddesindendir. Cebir, kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek manasına geldiği gibi icbar etmek yani zorla iş gördürmek manasına da gelir.
Kırılan ümitlerin canlanması, şaşırtıcı perişanlıkların iyi bir hâle ve yola konması için biricik merci Allah-u Teala olduğunu bilerek yanlış kapıya müracaat etmemektir.
Allah’ın intikamına karşı tek çare; O intikam gelip çatmadan yine Allah’a sığınmaktır.
10 – EL- MÜTEKEBBİR
O, her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren, MÜTEKEBBİR’dir.
Büyüklük ve ululuk ancak Allah’a mahsustur. Varlığı ile yokluğu Allah’ın bir tek emrine ve iradesine baplı bulunan kâinattan hiçbir şey bu sıfatı takınamaz.
Yaradılmışlar içinde ilk defa kendini büyük gören İblis olmuştur. İblisin izince giden, İblis tabiatlı insanlarda vardır ki, muvakkat bir zaman için Allah’ın kendisine âriyet o…larak ihsan ettiği varlık, zekâ, bilgi, servet veya mevki kendinin sanır da kibirlenir, varlık satar. Hâlbuki kendi önünü, sonunu düşünen bir insan kibir yapamaz.
İnsan çalışıp çabalamalı ve hatta büyük insan olmalı. Fakat hiçbir zaman büyük görünmemeli. Büyüklük ancak Allah’ın şanıdır. O’nun sıfatını mâhluk takınamaz, haddini aşmış olur. Böylelerinin cezası da çetin olur.
Gökten inen rahmet yüksek yerlerde durmaz, engin yerlere dökülür.
11 – EL- HÂLIK
O, her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden, HÂLIK’tır.
Allah vardı, beraberinde hiçbir şey yoktu.
Her yaptığı işte, her verdiği emirde ancak yaratılmışlar için menfaatler, düşünceleri hayran eden hikmetler vardır.
12 – EL- BARİ
O, eşyayı ve her şeyin âzâ ve cihazını birbirine ve mülayim bir halde yaratan, BARİ’dir.
Bütün eşya birbirine lazım ve mülayim ve namütenahi âlemler güya ki, bir tek makine imiş gibi her şey, bir şey için ve bir şey her şey içindir.
Sana düşen, hilkatin bu kanununu örnek tutarak kendisine bağışlanan kuvvetleri yerli yerinde ve yaradılış itibariyle vazifesine uygun olarak kullanmak, bunun hilafına hareketten sakınmaktır.
Allah’ı bilmek için verilen akıl ve fikri, O’nu inkâr yolunda kullanmak tamamiyle çarpık ve ters bir muameledir. Umumi ahenge aykırı bir yoldur.
13 – EL -MUSAVVİR
O, tasvir eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren, MUSAVVİR’dir.
Allah-u Teala her şeye bir suret, bir hususiyet vermiştir. Her şeyin kendine göre bir şekli, dıştan görünüşü vardır ki, başkalarına benzemez. Bu ism-i şerif hükmünce eşya birbirinden temayüz etmiş, seçilmiştir. Bunlar Allah-u Teala’nın en büyük rahmet ve hikmetidir.
Burada sana düşen vazife, yaratmak kelimesinin hakiki manasını bilmek, yaratıcı kudretin Allah-u Teala’ya mahsus olduğunu tasdik etmek, bunca yaradılmışları görüp dururken yaratıcı kudreti inkâr edenlerle fikir birliği yapmaktan son derece sakınmaktır.
14 – EL -GAFFAR
O; mağfireti pek çok, GAFFAR’dır.
Bir insan, ne kadar günahkâr olursa olsun bu günahları üstüne bir perde çekilip, örtülmesi can ve yürekten Allah’tan dilerse, Allah-u Teala o günahların hepsini örter, açıklamaz. O’nun mağfireti hepsine yetişir ve insanlara bir ferahlık verdiğinde şüphe yoktur.
15 -EL- KAHHAR
O, her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hâkim, KAHHAR’dır.
İsm-işerif kahr’dandır. Kahr, bir şeye onu hor, hakir veya mahv ve helak edebilecek surette galib olmaktır. Allah-u Teala her vechile üstün ve daima galiptir. Kuvvet ve kudretiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır.
Allah’ın kahrından sakınmalı, lütfunu istemeli. Allah lütfunun da, kahrının da sebeplerini bildirecek kitaplar ve bunları öğretecek mürşidler ihsan buyurduğu gibi, insanlara bu hakikatleri sezip anlayacak bilgi cihazı da bağışlamış ve sonra lütfu ile kahrından herhangisini istemek üzere onları serbest bırakmıştır.
O’nun kahrından yine O’na sığınırız.
16 – EL- VEHHAB
O, çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayıp duran, VEHHAB’dır.
İsm-i şerif he’nin kesriyle hibe’dir. Hibe, herhangi bir karşılık ve menfaat gözetmeden birine bir malı bağışlamak manasınadır. İsm-i şerif bu manasının çokluğunu ifade eder. Bu da her zaman, her yerde ve her şeyi verebilmek kudretindedir. Muhataca mal, hastaya şifa, cahile bilgi, sıkılmışa kurtuluş vs. bağışlamak gibi. En büyük bağışlayıcı O’dur.
Kişi, Allah ile kulu arasındaki muameleyi, uşakla efendi arasındaki muameleye benzetmemelidir. Üşak efendisinin hizmetinde çalışır, emirlerini yerine getirmek için yorulur. Fakat bu çalışıp yorulmalar, efendisinin şahsını sevdiğinden değil, ondan alacağı ücret içindir. Efendi de uşağı ile iyi geçinmek ister, ona ihsanda bulunur. Allah-u Teala hiçbir şeye muhtaç olmadığı için, O’nun bahşişleri hep lütufunun, kereminin rahmet ifadesidir.
17 – EL- REZZAK
O, yaradılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden, REZZAK’tır.
Rızk, Allah-u Teala’nın bilhassa yaşayan mahlukatına faydalanmalarını nasip ettiği şeydir. Rızk yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir. Kendisi ile intifa olunan her şeye rızk denir.
Kul, yiyeceğine, içeceğine, giyeceğine nasıl dikkat ediyorsa, iyisini ve temizini arıyorsa, ruhunun gıdası demek olan manevi rızıkların da halisini ve temizini arayıp blmak için daha fazla çalışması icabeder. Arayan bulur, yeter ki samimi olsun.
18 – EL- FETTAH
O, her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, FETTAH’dır.
İsm-i şerif feth’dendir. Feth, kapalı olan şeyi açmak manasınadır. Maddi olur, manevi olur. Maddi, bir kapıyı açmak gibi. Manevi, yürekten tasaları, kederleri atıp gönlü açmak gibi. Anlaşılması güç olan ilimlerinüstünden zorluğu kaldırmak, zihnin takılıp kaldığı müşkülleri açmak da fethdir. Bütün hayr ve bereket anahtarları O’nun emrindedi…r ve bütün zorlukları da açacak ancak O’dur.
Bilinmelidir ki, Allah’ın feth ve yardımı hiç kesilmez. Her insan için her saat, görünmez kapılardan gönlüne bir hayr ve bereket kapısı açılmak mümkündür. Allah’tan bunu istemek ve sebeplerine yapışmak lazımdır.
Senden zayıf olanlara mehamet et ki, senden kuvvetli olanların kahrına uğramıyasın. Gücün yeterse, elinden gelirse düşmüşlere yardımcı ol. Düşkün vaktinde sana da yardımcı bulunur. Hele hele hiç insan incitme!
(Bazı tarikatlarda Rezzak ve Fattah ism-i şerifleri birlikte zikredilir.)
19 – EL -ALİM
O, her şeyi çok iyi bilen, ALİM’dir.
Allah-u Teala Alim’dir. O her şeyi en iyi bilir. Olmuşları bildiği gibi, olacakları da olmuşlar kadar açık bilir. Zamanın başladığı tarihten sonuna kadar olmuş, olacak her şey O’nun ilminde her lahza hazırdır. Mahlukat O’nun yaratmasıyla var olduğu gibi, O’nun tayin ettiği kadar yer, içer, yaşar. O’nun müsaade etti kadar bilir, ilerisini bilemez.
İnsanda bir ta…kım kemâller bulunduğuna şüphe yoktur. Fakat bunların mahdut olduğunda da şüphe yok. İnsan yaşayışı mahdut, mevki mahdut, bilgisi mahdut, ,iktidarı mahdut, her şeyi mahduttur. Kendisinde gördüğü bu mahdut kemallerden na-mahdut kemâli sezmeli ve bütün na-mahdut kemâllerin hakiki sahibi bulunan Allah-u Teala’yı bilip rızasını gözetmeli. Ebedi saadet, O’nun rızasına ermektir.
20 / 21 – EL –KABID / EL- BASIT
O, sıkan, daraltan, KABID’tır. Aynı zamanda, O, açan, genişleten, BASIT’tır.
Bütün varlık, Allah-u Teala’nın kudret kabzasındandır. İstediği kulundan, ihsan ettiği seveti, evlat ve ıyali yahut hayat zevkini, gönül ferahlığını alıverir. O adam zenginken fakir olur, yahut evlat açısına boğulur, yahut iç sıkıntısına, ıstırap ve huzursuzluk içine düşer. İşte bu haller El-Kabıd isminin hükümleridir.
İs…tediği kuluna da yepyeni bir hayat verir, neşe verir, rızk bolluğu verir. Bu da El-Basıt isminin tecelliyatıdır. O, kuluna bazen bast ile bazende kabz ile muamele buyurur. Hayat imtihandan ibarettir ve O’nun imtihan çeşidi çoktur.
Kişi, bast vaktinde şımarmamalı, gurur ve heyecane kapılmayıp şükretmeli. Kabz halinde iken de müteessir olsa bile şaşırmamalı sabır denilen fazilete sarılmalıdır.
(Kabıd ism-i şerifi ile Basıt ism-i şerifi beraber okumak edebe muvafıktır.)
Şeyh dedi ki;
Muhabbet iki türlüdür. Biri mecazi, biri hakiki.
Mecazi muhabbete talip olan hakikate nasıl erişir? Meğerki bir mürşid-i kâmilin terbiyesine erişe ve Allah da nasip ede.
Hakiki muhabbete talip olan kişi, dostun muradı üzerine olmalıdır. Kendi muradı dost muradında mahv ve yok olmalıdır.
Visali, firakı veya “kabz u bast”ı, her ne olursa olsun, Hakk’tan bilmelidir.
Kendi vücudu mahvolup, külli vücud Hakk’ındır deyip, mevcud-ı hakiki O’nu bilmek gerektir.
O vakit dervişten ne hareket sadır olsa, veren de alan da Hakk’tır, biri alet olur. “Şifaü’l Esrar-Sufi Yolunun Sırları)
22 / 23 – EL- HAFID / EL- RAFİ
O, yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, HAFID’dır. Aynı zamanda O, yukarı kaldıran, yükselten, RAFİ’dir.
Allah-u Teala, istediği kulunu yukarıdan aşağıya atıverir. Şan ve şeref sahibi iken, rezil ve rüsvay eder ve bu muamelesi çok defa kendisini tanımayan, emirlerini dinlemeyen asilerle başkalarını beğenmiyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanımayan zorbalar hakkında tecelli eder.
Allah-u Teala, iste…diği kulunu indirdiği gibi, istediği kulunu da yükseltir. Şan ve şeref verir. Gönülleri iman ve irfan ışığı ile parlatır, yüksek hakikatlardan haberdar eder. Yükselttiği insanlar çok defa melek huylu, tatlı dilli, yemekten ziyade yedirmekten zevk alan, temas halinde bulunduğu insanların ayıplarını kusurlarını örtüp, eksiklerini tamamlayan, malıyla, bedeniyle, bilgisiyle, nasihatiyle yardım eden insanlara Rafi ism-i şerifinin tecelliyatıdır.
Bilmek lazımdır ki, düşüren Allah’tır fakat sebebi insanın kendisidir. Dikkat edilirse düşenlerin uzun zamanlar bu kötü sıfatlarla haşir neşir oldukları görülür. Yaşam içinde çok dikkatli ve O’na teslimiyetli olmak şarttır.
Allah insanlar içinde yükselmeğe layık olanları da bilir, olayanları da. O bildiği gibi yapar. Her işi hikmetli ve yerli yerinde olur. Kişiye düşen vazife, insanlığa yaraşmayan kötülüklerden kurtulmaya çalışmaktır.
(Hafıd ism-i şerifi ile Rafi ism-i şerifi birlikte okunmalıdır.)
24 / 25 – EL -MUİZZ’’ / EL- MÜZİLL
O, izzet veren, ağırlayan, MUİZZ’DİR, aynı zamanda O, zillete düşüren, hor ve hakir eden, MÜZİLL’dir.
İzzetin zıddı zillettir. İzzet kelimesinde şeref ve haysiyet, zillet kelimesince alçaklık manası vardır. Bunlar hep, Allah-u Teala’nın mahlukatı üzerinde tasarrufları cümlesindendir. Allah, insanların arzu ettikleri zevklerin hepsi için kendi rızası ve müsadesi içinde yollar göstermiştir. Kul, o yollardan başka türlüsüne ölür de yine gitmez. Çünkü izzet-i nefsi buna manidir. İzzet, kibirden başkadır. Kibir maskaralık olduğundan Müslümanlar için haramdır.
İnsanlar içinde itibarsız, haysiyetsiz, zillet içinde yaşayanlarda vardır. Bunların gönülleri dünya hırsı için yanıp tutuşmaktadır. Cimrilikleri yüzünden kendilerinden hayır gelmez. Hakiki bir Müslüman fani nimetlere düşkünlük yüzünden Allah’tan başkasına zillet göstermez.
Kul’a düşen vazife her şeyini Allah’tan istemeli ve hepsini geçip O’na yükselmeli. Masiva inkilabında yukarıdakiler aşağıya iner, aşağıdakiler yukarı çıkar. Unutulmamalıdır ki en büyük inkilap ise ahiret inkilabıdır. Bu gün fakir ve zelil gibi görünenleri Allah yarın kuvvetlendirip büyük izzetlere erdirir.
Zengin ve kavi sanılanları da zelil ve perişan eder
26 / 27 – EL- SEMİ / EL- BASİR
O, iyi işiten, SEMİ’dir, aynı zamanda O, iyi gören, BASİR’dir.
Allah-u Teala işitir, aynı zamanda görür.
Yüreklerimizdeki sözler, ellerimizin hafif dokunmasından husule gelen sesleri işitir. Herkesin gizli, açık yaptığı ve yapacağını görüp durmaktadır. Mesafeler O’nun işitmesine perde olamaz, karanlıklar O’nun görmesi…ne engel olamaz. Birini işitip diğerini işitmemesi, birini görüp diğerini görmemesi olamaz.
Her ne olursa olsun, vaziyetimizi kontrol etmeliyiz, söyleyeceğimiz sözü bilmeliyiz, atacağımız adımda dikkatli olmalıyız. Çünkü O, işitenleri, görenleri de yaratan ve onlar üzerinde istediği gibi tasarruf eden ve hiç benzeri bulunmayan tam ve kadim işiten ve görendir. O’ndan saklı hiçbir şey olamaz. O her lahza bizimle beraberdir. Allah’ın her sözümüzü işitiği, her hareketimizi gördüğünümülahaza etmek ve mülahazayı mümkün olduğu kadar muhafazaya çalışmak insanı adam eder.
28 – EL- HAKEM
O, hükmeden, hakkı yerine getiren, HAKEM’dir.
Allah-u Teala her şeyin hükmünü verir ve hükmünü tamamen icra eder. Hâkimlerin hâkimliğine, hükümdarların hükümdarlığına hüküm veren de ancak O’dur. O’nun hükmü olmadan hiçbir şey, hçbir hadise meydana gelemediği gibi, O’nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak, infazına mani… olacak hiçbir makam yoktur. O, isyan edene ceza, itaat edene mükâfat verendir.
Dine yalandır dememeli, ceza gününü inkâr etmemelidir. Hâkimler de verdikleri hükümlerde kuvvetlerine mağrur olup ta hak ve adaletten ayrılmamalı, büyük Hâkim’in kudretinden sakınmalıdır. Herkes birbirine adaletli davranmalı, mağrur olmamalıdır.
29 – EL -ADL
O, çok adaletli, ADL’dir.
Adalet zulmün karşılığıdır. Allah-u Teala zalimleri sevmez, zalimlerle düşüp kalkanları da sevmez. O’nun için zulüm haramdır. Adalet makbul bir sıfattır ve adaletlerinden dolayı adil olanlara hürmet edilir.
Gerek kendileri hakkında, gerek başkaları hakkında Allah-u Teala ne takdir etmiş ve ne muamele yapmışsa onun tam bir adalet ve hikmet olduğuna inanmak ve ona razı olmak ve asla şikayette bulunmamak ve hatta sevmektir.
30 – EL -LATİF
O, en ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilmeyen, en ince şeyleri yapan, ince ve sazilmezyollardan kullarına çeşitli faydalar ulaştıran, LATİF’dir.
Allah-u Teala en ince şeyleri bilir. Onları yaratan O’dur. Bilenler tasdik eder ki, dünyanın her türlü bahtiyarlığında bir takım elemler, kederler gizlenmiştir. Bunun gibi her türlü ıztırap ve felaketli hadiselerde de giz…li bir takım lutuflar, teselli kaynakları vardır. İşte bütün bunlara O’nun tecelliyatıdır.
Kalp gözünü açmaklı, Allah-u Teala’nın kederleri sürurla karışık bir halde yaratmış olduğunu görmeli, görmeli de hayatın hiç eksik olmayan ıstırablı demlerinde başkasının tecellisine muhtaç olmadan kendi kalbinde Hakk’ın tesellisini duymalıdır. Kahrında dahi O’nun lütfunu görmelidir.
31 – EL- HABİR
O, her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar, HABİR’dir.
Allah-u Teala en küçük bir mikrobun gece karanlıklarında gidip geldiği, hava boşluğunda uçuşan, kaynaşan zerrelerin harekatından haberdar olduğu gibi, mülkünün her tarafında melaikelerin varamadığı, insan fikrinin ulaşamadığıen gizli noktalarda olan biten şeylerden haberdardır.
Kişi, gizli yaparız da cezasız kalırız sanmamalı. O’na karşı yalandan, hilekârlıktan, terbiyesizlikten sakınmalıdır.
32 – EL -HALİM
O, hilmi çok, HALİM’dir.
Suçluyu cezalandırmaya iktidarı olmayan acize halim denmez. Hilm, suçluların cezasını vermeye gücü yetip dururken bunu yapmamak, onlar hakkında yumuşak davranmak ve cezalarını geriye bırakmak, mühlet vermektir.
Bu nimetten faydalanmayız. Yoksa bu hilme mağrur olup ta kötülükte ısrar etmemeliyiz. Sert ve kaba muameleden mümkün olduğu kadar sakınmalıyız. Peygamberimiz’in (s.a.v.) daima mülâyemetle muamele buyurduğunu hiç unutmamalıyız.
33 – EL-AZİM
O, pek azametli, AZİM’dir.
Azamet, büyüklük manasınadır. Hakiki büyüklük Allah’a mahsustur. Yerde, gökte, bütün varlık içinde mutlak ve ekmel büyüklük ancak O’nundur ve herşey O’nun büyüklüğüne şahittir.
Küçük bir yaprağın yaradılışındaki esrara nüfus edemiyeceğini anlıyan bir insan, onu yeryüzünde henüz ismini, cismini öğrenemediğimiz milyarlarca çeşit nebatata, yüksek dağlara, engin denizlere ve… o denizlerde yaşıyan hadsiz hesapsız acaip mahlükata ölçmeli de, kâinatın yaradılışındaki hikmet ve esrarın zihinler yırtıcı heybeti karşısında Yaradan’a secdeye kapanmalı.
“Yâ Rabb’l-âlemin! Büyüksün ve Büyüklük Sen’in şanındandır. Bizi ancak Sana kulluk edip rızana eren kullarına kat! Cahillerin, Sen’in şanına yaraşmayan sözlerinden Sen’i tenzih ve takdis ederiz. Bizi onlarla beraber tutma.” diye daima lutf ve merhametini istemelidir.
34 – EL-GAFUR
O, mağfireti çok, GAFUR’dur.
Mağfiret, Allah’ın yargılamasıdır. İsm-i şerifteki çokluk manası itibariyle bir kulun kusuru ne kadar büyük ve çok da olsa yine saklar. Bu mana “Gaffar” ism-i şerifinde daha geniştir. Aynı maddeden bir de Gafir ism-i şerifi vardır ve bu üç isim arasında manaca bir fark da beyan edilmiştir.
Gafir, umumiyet itibariyle kötü ve yüz kızartıcı sözleri ve işleri örten demekt…ir. Bu sayede insanlar birbirini seviyor, emniyet ve itimad ediyor. Öyle ya, kişinin gizli kabahatleri, iğrenç düşünceleri aşikâr olsa Cenab-ı Hakk onları örtmeyip de, meydana koysa, herkes o kişiden selamı kelamı keser ve kaçardı. Gâfir isminin hükmü olmasaydı insan topluluğu diye ortada bir cemiyet bulunmazdı.
Zaafımız ve ayağımızı kaydıracak unsurlar çok olur. Bunlar bizi günahkâr eder. İşte bu nedendendir ki O’nun mağfiretine ihtiyacımız hiç kesilmez. Hiçbir isteyici bundan mahrum kalmaz. Yeterki bu istek candan olsun.
“Yâ Rabb! Mağfiretini dilerim” niyazında daim olalım.
35 – EL- ŞEKÜR
O, kendi rızası için yapılan iyi işleri daha ziyadesiyle karşılayan, ŞEKÜR’dür.
Şükür, iyiliği iyilikle karşılamak demektir. Allah-u Teala kulun şükrünü karşılısız bırakmaz. Kul serbestliğini şükr yolunda kullanır, elindeki nimetleri Allah’ın razı olacağı bir surette sarfederse, Allah onun bu şükrünü karşılıksız bırakmaz, nimetlerini arttırır.
Sıhhatini korumak, mevkiinin kuvvetlendirmek için, Allah-u Teala’ya şükretmesini bilmek ve elinden geldiği kadar bunu yerine getirmektir.
Yaşamın sigortası şükür dür.
36 / 37 – EL-ALİYY / EL- KEBİR
O, pek yüksek, ALİYY’dir. Aynı zamanda O, pek büyük, KEBİR’dir.
Allah-u Teala bütün kâinatın üstündedir. Göklerde ve yerde eşsiz tek büyük O’dur. Yükseklik cisimleri yüksekliği gibi yukardakilere daha yakı, aşağıdakilere daha uzak manasına değildir. O, kâinatın her noktasında her zerreye aynı nisbette yakındır ve bu nisbet hiç değişmez. Kâinatın büyüklüğü, elbette ki, Yaradan’ın büyüklüğüne delalet eder.
Allah-u Teala’nın şanına yaraşmayan itikatlardan fikrini kurtarmak ve Allah’ın mahlukuna haksızlık etmekten sakınmaktır. O’ndan çekinmek, yüceliğinden korkmak, yalnız O’nu sevmek, yalnız O’na kul olmaktır
38 – EL- HAFIZ
O, yapılan işleri bütün tafsilatıyla tutani her şeyi belli vaktine kadar afat ve beladan saklayan, HAFIZ’dır.
Allah-u Teala, insanlar tarafından yapılan hiçbir şeyi kaçırmaz. İyiden, kötüden, insanların yaptıkları bütün işleri, konuştukları bütün sözleri, kafalarındaki bütün niyetleri ve düşünceleri bir bir bilir, hiçbirini unutmaz, hiçbirinde yanılmaz, hiçbirini başkalarına karıştırmaz.
Allah’ın ihsan ettiği muhafaza vasıtalarını iyi kullanmak, yaptığı iyiliklerin veya kötülüklerin bir zerresi bile kaybolmayacağına ve günün birinde önüne çıkacağına inanarak, iyilikleri çoğaltıp, kötülüklerden sakınmaktır.
39 – EL- MUKİT
O, her yaratılmışın azığını veren, MUKİT’tir.
Bu ism-i şerif ikâte’dendir. İkâte, gıda vermek demektir. Mâhluk, yaşamak için gıdaya muhtaçtır. Allah-u Teala, her mâhluk için ne kadar yaşama müddeti tayin etmişse, ona göre de gıda maddesi tayin ve tahsis etmiştir. Hiçbir mâhluk kendisi için tayin edilen gıdayı bitirmeden ölmez ve hiçbiri başkalarına ait gıdadan bir zerre alamaz.
Mâhlukatın rızıklarını Allah’ın yaratıp ulaştırdığına inanmış olan bir kul, rızk hususunda O’nun vadine güvenir. Rızkını elde etmek için meşru sebeplerin dışına çıkmaz. Vakar ve haysiyetini ayaklar altına almaz. Yüreğini yalan, ihtiras ile kirletmez.
40 – EL- HASİB’
O, herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilat ve teferruatıyla hesabını iyi bilen, muhasip, HASİB’dir.
Bazı şeyler vardır ki, onlar rakamlarla ifade olunur. Bu gibi şeylerde, neticeyi öğrenmek için bir takım hesap ameliyyeleri (iş, işlem) yapılmak ihtiza eder (parçalayarak) ve muhasipler bu ameliyyeleri tamamlamadan neticeyi bilemezler. Allah-u Teala, neticesi hesapla bilinecek ne …kadar miktar ve sayı, oluş varsa, hepsinin neticelerini hiçbir ameliyyeye multaç olmadan, doğrudan doğruya ve apaçık bilir. Çünkü O’nun ilmi, hiçbir kayt ve şarta, tetkik ve tefekküre veya her hangi bir ameliyye icrasına bağlı değildir.
Bilmek lazımdır ki, kârsız geçen her lahza o nefis semayeden heder olmuş bir ziyandır. Onun için, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bilmeli ve onunla ahireti için ne kâr edebilmek mümkünse onu kazanmağa çalışmalı. İnsan, gaflet içinde ise uyanmalı.
41 – EL- CELİL
O, celâlet ve ululuk sahibi, CELİL’dir.
O’nun zâtı da büyük, sıfatları da büyüktür. Fakat bu büyüklük, cisimlerdeki gibi hacim itibariyle veya yaşlılık itibariyle değildir. Allah’ın varlığı, kudreti, ilmi büyüktür. Rahmet ve keremi, afv ve gufranı büyüktür.
Böyle bir büyüklük sahibine intisap şerefiyle çok kazançlar elde edeceğini düşünerek O’nun emirlerini yerine getirmek, büyük kayıplara uğrayacağını düşünerek de rızasına muhalif şeylerden sakınmaktır.
42 – EL- KERİM
O, keremi, cömertliliği bol, KERİM’dir.
Allah-u Teala bazı kulları hakkında bağışı ve cömertliği, bazı kulları hakkında da intikâmıyla muamele buyurur, emir ve irade O’nundur. O’na hesap soracak, niçin böyle ettin diyecek bir kudret yoktur.
Kişi, ferde veya cemiyete karşı iyi bir iş yapamadıkları gün ferah olamazlar. Bilindiği gibi, iyilik yapanlar çok taciz edilir, katlanmak büyüklüktür. Meyvesiz ağaca kimse taş atmaz, meyveli ağaca atarlar, zahmet verirler. Allah’ın lutf ve keremine karşı, kişinin ümitsizliğe kapılması da tehlikelidir. O’nun afv ve kereminden ümitsizliğe düşmek doğru değildir.
43 – EL- RAKİB
O, bütün varlık üzerinde gözcü, bütün işler murakebesi altında bulunan, RAKİB’dir.
Allah-u Teala, bütün varlık üzerinde bir rasıd (gözlemci) gibi her lahza gözetip duran bir şahid, bir nazırdır. Hiçbir şeyi kaçırmaz, her birini görür ve herkesin yaptığına göre karşılığını verir.
Hiç kimseyle muamele yapmamış, yumuşak huylu bir insanın bile kendi iç âleminde iki düşman vardır. Nefs ve şeytan. Şeytan, insanın yükseldiğini çekemeyen çok tehlikeli ve korkunç bir düşmandır. Nefs, maddi zevlere pek düşkün ve bunların temini için sahibini zarar, ziyana süren dâhili bir düşmandır. İşte asıl murakebe edilecek düşman bunlardır ve bunlarla cihad edilmelidir.
44 – EL- MÜCİB
O, kendine yalvaranların isteklerini veren, MÜCİB’dir.
Allah-u Teala kendisinden ne istediğini işitir. İsteyeni ve istediği şeyi bilir, dilerse lahza içinde verir, dilerse bir zaman sonra verir, dilerse hiç vermez. O’nun her kuluna ayrı bir muamelesi vardır.
Kula yaraşan istemektir. O’ndan yardım istenir. Kalbin bütün samimiyetiyle O’na yalvarılır. Ondan sonra kendi hakkında Hakk’dan ne muamele zuhur ederse ona memnunlukla razı ve teslim olmaktır.
46 – EL- VASİ
O, geniş ve müsaadekâr, VASİ’dir.
Allah-u Teala’nın kudret ve rahmetinin ve diğer bütün sıfatlarının genişliği ve tükenmezliği, her zerrede görülüp duruyor. Ferahlığı, zenginlği, bolluğu bulunan ve bunları kullanmaya genişliği ile izin veren O’dur. Kula düşen vazife bunları iyi değerlendirmesidir. Fenalıktan çekinmelidir. O’nun geniş olan afv ve mağfiretine, geniş olan ilmi ve rahmetine dönük olmaktır.
46 – EL- HAKİM
O, buyrukları ve bütün işleri hikmetli, HAKİM’dir.
Hakim, hikmet sahibi demektir. Allah-u Teala, sözde ve davranışta tam ve doğru isabet sahibidir. O, buyrukları ve yasakları hep hikmettir, kullar için doğru kararlardır. Bu hikmet kullar için hayr ve menfaat kaynağıdır.
Kul, Allah’ın yasak ettiği şeylere dikkat etmelidir. O’nun kararlarına uymak gerekmektedir. O’nun hikmetinden sual olunmaz.
47 – EL- VEDÜD
O, iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılmağa biricik lâyık olan, VEDÜD’tür.
Arapçada bu vezindeki kelimeler, yerine göre iki türlü ana ifade eder; seven, sevilen. Burada her iki mana da mümkündür. İyi kullarını çok seven, onları lütuf ve ihsanı ile bütünleştiren. Diğer bir manaya göre, sevilmeğe layık olan ancak O’dur demektir.Bir kimsenin çolu…k çocuğunu, evini, malını, ticaretini, hayatını sevmesi fıtri ve tabbidir. Kulun bunlara düşkünlüğü doğrudan doğruya yaradılışının icabı olduğundan bunları sevmesi hakkında hiçbir zaman itmek ve teşvik, fikir ve deneme yanılma (muhakeme) ile olmaz. Fakat Allah-u Teala’yı sevmesi fikir ve muhakeme yoluyla hasıl olur.
Şöyle ki, sevdiği bu şeylerin hepsi de Allah’ın olduğunu ve kendisine Allah’ın bir ihsanı bulunduğunu ve bütün bunların faniliğini, Allah’ın bakiliğini düşünen bir insan, ancak bu düşünceden ve idrakten sonra Allah’ı daha ziyade sevmeğe başlar. Bu sevgilerden evvel söylediğimiz tabii (doğal) dir, ikincisi kisbi (manevi kazanç) dir.
Önemli olan kisbi olan sevgiyi çalışarak tabii olandan ileri geçirmektir. İşte o zaman Allah, Peygamber, din, mürşid muhabbeti her şeyin üzerine tercih olunur. Allah’ın rızası uğrunda sevilen şeylerin hepsi de feda edilir ve bu fedakârlıktan dolayı gönüller yine ferah ve müsterih olur. Çünkü en sevgili şey Allah rızasıdır. Buna da inanç, itikat yoluyla erilir.
48 – EL- MECİD
O, şanı büyük ve yüksek, MECİD’dir.
Allah-u Teala, Azimü’ş-Şan’dır.
Göklerde ve yerde en yüksek şan ancak O’nundur. O’na el ermez, güç yetmez.
İsm-i Şerif’in manasında iki mühim unsur vardır. Biri azamet ve kudretinden dolayı yaklaşılamaz, yanına varılmaz olmak, ikincisi de, yüksek huylardan, güzel işlerden dolayı öğülüp sevilmektir.
Vird’imizde okuyup durmakta olduğumuz “Esma-ül Hüsna” O’nun ne büyük şan sahibi olduğunu ve O’na intisab ile rızasını gözleyenlerin ne yüksek şeref kazanacaklarını gösterip durmuyor mu?
Kula düşen, Allah-u Teala’nın azamet şanı düşünülerek, O’na karşı gayet ciddi ve samimi bulunmak, ibadetlerinde halis muhlis Allah rızası gözetmek, riyakârlıktan uzaklaşmaktır.
49 – EL- BAİS
O, ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran, BAİS’dir.
Allah-u Teala insanları ölüp toprak olduktan sonra dirilterek kabirlerinden kaldıracak “Mevkıf-ı Arasat” denilen çok geniş, dümdüz tamamiyle boş bir yere çıkaracaktır. Dünyaya geliş gibi, bölük bölük birbirlerinden doğup türeme suretiyle değil, belki ilk insandandon insana kadar dünyaya ne kadar insan gelmiş geçmişse, hepsi birden kabirlerinden… Arasat meydanına çıkarılıvereceklerdir. Ahiret günğ yahud Kıyamet günü denilen ve Kur’an’da bunlardan başka daha birçok adları olan gün, işte budur. İmanın köklerinden biri olan “Ve’l-ba’su ba’de’l-mevt” de budur.
Ba’s hakkında Allah’ın kati vadi vardır. Onun için ona can gönülden inanmalı. Fırsat kaçmadan, mevsim geçmeden ona göre elindeki imkanlardan azami surette faydalanmanın yollarını aramalıdır.
50 – EL- ŞEHİD
O, her zamanda ve her yerde hazır ve nazır, ŞEHİD’dir.
Şehid, şahidin mübalağasıdır. Şahid, bir hadise vukua gelirken, orada hazır olup hadisenin vukuunu gözleriyle gören kimseye denir. Fakat hadise yerine uzak olanlar, gözleriyle göremiyeceklerinden, başka vasıta ile hadiseyi öğrenseler bile onlara şehid denmez.
Allah-u Teala işte bu suretle, kullarının görmedikce bilmeyecekleri bütün hadiseleri …bilir, vukuu bulan yerin hemen yanında hazır-nazır, onun için her şeye karşı Allah şahid’dir.
Kul, bir yerin zararına olan hileyi kullanacağı zaman, Allah’tan korkarak veya utanarak bundan vazgeçmesi ne büyüklüktür. Bir doktor, memur, esnaf hasılı her meslekten her insan kanunların mesul etmiyeceği fakat Allah’ın razı olmayacağı fırsatlardan, Allah için nefsini çekmesi ne dürüstlük, ne temizliktir. Cenab-ı Hakk ancak böyle kullarının kefili ve yardımcısıdır.
51 – EL- HAKK
O, varlığı hiç değişmeden duran, HAKK’tır.
Hak, varlığı hakiki bulunan zatın ismidir. Varlığı daima sabittir.
Allah-u Teala’nın zâtı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. Hakikatten var olan yalnız Allah’tır ve hiç değişmeyerek hakikaten sabit olan da O’dur. O, varlığında zâtından başkasına muhtaç değildir.
O’nun uğrunda söylenmiş sözlere haksöz, hak itikât denir. Bu itikâtlar ve bu sözler de sabittir. Allah onları yaşatır, sahiplerini de mükâfatlandırır.
Ancak Hakk’a tapmalı, O’na dayanıp güvenmeli. Haksöz söyleyen velilerle, mürşidlerle O’nun yolunda yürümelidir. Veli kullardan esinlenerek haksöz söylemeli, haksöz yazılmalıdır.
52 – EL- VEKİL
O, işlerini yoluyla kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyi temin eden, VEKİL’dir.
Kendisine iş ısmarlayan zâta vekil denir. Allah-u Teala ne güzel ve en büyük vekildir. İşlerin hepsini tedbir ve idare O’dur. Fakat kendisi hiçbir işinde vekile muhtaç değildir. O, her şeyin yerini tutar fakat hiçbir şey O’nun yerini tutamaz ve O’na dayanmadan duramaz.
Allah-u Teal…a, kendisine yoluyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştırır. Gerçi O’na hiçbir şey vacip değildir. Yani hiçbir şeyi yapmağa veya yapmamağa mecburiyeti yoktur. İsterse yapar, istemezse O’na zorla yaptıracak bir kuvvet yoktur.Kişi tevekkül içinde olmalıdır. Yani, sarf ettiği gayretlerin mahsul vermesi, boşuna gitmemesi için Allah’tan muvaffakiyet ve yardım dilemeli ve ancak O’na güvenmektir. Tevekkül denilen mananın bir gönülde yer tutması, sahibi için dünyanın en zengin hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir.
Tasavvufi manada, Vekil…! Mürşidi bilmektir.
53 / 54 – EL- KAVİYY / EL- METİN
O, pek güçlü, KAVİYY’dir ve O, çok sağlam, METİN’dir.
Allah-u Teala’ya hiçbir zaman dermansızlık erişemez. Kuvvet, tam bir kudretin ifadesidir. Allah, kuvvetli olduğu gibi, O, çok sağlamdır. Kaviyy’dir demek, kudret-i tamme sahibidir demektir. Metin’dir demek, kuvvetinin şiddetini bildirmesi demektir. O’nun kudreti, şiddeti de öteki sıfatları gibi nâ-mütenahidir, tükenmez, gevşemez, hudut içine sığmaz, ölçüye gelmez.
Kula gereken, istediği lütf ve inayeti ancak Allah’tan beklemeli. O’nun gücüne güvenip, O’na sığınmasıdır. O’ndan yardım dilemesidir. Niyaz sadece O’nadır. Sadece O’nun gücünde eğilmektir, secde etmektir ve O’ndan dilemek, istemektir.
55 – EL- VELİYY
O, iyi kullarına dost, VELİYY’dir.
Allah-u Teala sevdiği kullarına dosttur. Onlara yardım eder, sıkıntılarını, darlıklarını kaldırır, ferahlık verir, hidayet eder. Dünyaca, ahiretce iyi işlere muvaffak kılar. Her çeşit karanlıklardan kurtarır, nurlara çıkarır.
Allah dostları, Allah’tan başka dost tanımadıkları ve O’nun rızasına muhalefetten korkup korundukları ve Allah’tan başka kimseden korkuları… veya bekledikleri olmadığı, Allah da kendilerine dost olduğu için onlara da “veli” denir.
Ana gaye Allah’ın dostluğunu kazanmaya çalışmaktır. Allah’ın dostluğunu kazanan, başka dost aramağa muhtaç olmaz. Fakat Allah dostu olmak için önce bir veli dost bulmak gerektir. Allah’ın dostluğunu kazanmak, Allah dostlarının sıfatlarıyla sıfatlanmağa bağlıdır.
Allah dostlarına (veli-mürşid) hürmet etmek, gönül bağı kurmak şarttır.
56 – EL- HAMİD
O, ancak kendisine hamd-ü sena olunan, bütün varlığın diliyle biricik öğülen, HAMİD’dir
Hamd, ihsan sahibi büyüğü övmektir. Her mevcut hâl diliyle olsun, kâl diliyle olsun Allah-u Teala’yı tesbih ve takdis etmektedir. Bütün hamd-ü senalar O’na mahsustur.
Allah-u Teala kuluna verdiği hayat, akıl, mantık, suret, siret gibi vastasız nimetlerden dolayı nasıl hamd-ü seneya müstahik ise, vasıta ile mesela; insan eliyle sevkettiği nimetlerden dolayı da yine ancak O, hamd-ü senaya müstahiktir.
Her halinde, daima, bilhassa küfür karanlıklarını açıp, göğüslerde iman nuru uyandırdığından dolayı O’na hamd-ü sena etmek yani şuurlu “Elhamdü li’llahi Rabbi’l-âlemin” demektir.
57 – EL- MUHSİ
O, nâ-mütenâhi de olsa, bir bir her şeyin sayısını bilen, MUHSİ’dir.
Hakiki nâ-mütenâhilik Allah-u Teala’ya mahsustur. Mâhluk ne olursa olsun nâ-mütenâhi olamaz. Fakat bir mübalağa manası ifade etmek için bu kelimeyi mâhluk hakkında kullandığımız olur. Bu hakiki değil mecâzidir. O, her şeyi olduğu gibi görür ve nefes sayımıza varıncaya kadar, iyi, kötü, doğru, yanlış bütün yaptıklarımızı tek tek b…ilir.
Bütün isteklerimizi Allah-u Teala bir bir görüyor ve biliyor. O halde yapacaklarımızı yaparken bunu düşünmek, onun hayr ve şer, eğri veya doğru, iyi ve kötü olup olmadığını hesap etmektir. Hiçbir lâhza gaflet etmemek, her vakitte, her nefeste, her harekette, her sükûnda kendini gözetip uyanık bulunmak cidden büyüklüktür.
58 – M Ü B D İ
O, mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan ,MÜBDİ’dir.Ezelde yanizaman ve mekan mevhumları yokken ,Allah-u Teâla vardı.Kendisi ile beraber başka bir şey yoktu.Kendi kendine bir menfaat,mazarrat (zarar-ziyan ) veya herhangi bir şey yapabilecek hiçbir mevcut olmadığı gibi,bazı taraftan bugün kendisinde bir tesir ve kudret bulunduğu sanılan tabiatta yoktu. Velhasıl ortada…Hiçbir şeyin örneği ve vücudunun malzemesi,nizam.varlığının vasıtaları, sebepleri yokken yalnız Allah (c.c.) vardı.
Sonra Allah-u Teâla varlığını ve kemâilni duyurmak,mahlukatını sonsuz rahmet ve lütfuna doyurmak, hikmetiyle kâinatı yaratmak istedi.Ve istediği şekil ve nizam üzerine yarattı.
Kişi her şeyden evvel, kendi şahsını ve yaradılışını düşünerek,kupkuru topraklardan böyle görür,işitir,düşünür,konuşur, nazik zarif bir mahluk meydana getiren ve aslında ölüden başka bir şey olmayan , toprakta bunca tahavvülatı
( değişim ) gösteren ve onu bu derece tekâmüle erdiren ancak Allah-û Teâla ‘nın kudret ve rububiyyeti olduğunu ve bunların hiç birinde velevki zahiren olsun başkasının dahili bulunmadığını kati surette tastik etmeli.Yaratıp durmakta olan mahlukattan hiç birini hiçbir veçhile Yaradana denk tutarak,
alt terafı cehannem ( inkar ) çukuruna inen , şirk uçurumuna yuvarlanmaktan
son derece sakınmalıdır.
59 – MUİD
O , yaratılmışları yok ettikten sonra , tekrar yaratan ,MUİD ‘dir.Her şey mukadder olan ömrünü tamamlayıp, öldükten sonra ,Allah’tan bişka kimse kalmaz.Fakat varken yok olan bu insanlar hayatlarında neler yapmışlardır.Hangileri afif,nezih ,temiz yaşamışlardır? Hangileri buyruk tanımamış,bir çok cinayetler yapmış, emanet olan mahlukatı telef etmiş,
bir çok od ocak söndürmüş? Dünya hakimleri bunların binde birini olsun
meydana çıkaramamamıştır.
Allah-u Teala bunların hepsini biliyor ve O hakkı yerine getirir.Zalimleri sevmez,onlardan öç alır.Kudretine, emr-u fermanına karşı gelecek yoktur.
O zalimleri ,kafirleri,canileri, müşrikleri,hesaba çekmekten ve onların müstehak oldukları cezayı vermekten aciz değildir.Allah’ın Kur’an ‘da
terar tekrar vaadi vardır. Allah asla vaadinden dönmez.
60 – MUHYİ
O, CAN bağışlayan ,sağlık veren , MUHYİ’ dir.
Allah-u Teala cansız maddelere can verir. Bir bakarsın , dün ortada yokken ,bugün
canlı bir mahluk . Masela , bir nebat,bir hayvan , bir insan meydana geliverir.
Hergün binlerce insan hayat bulur.Dünyaya gelir.Binlerce insana da ölüm gelir çekilir
gider.Bütün bunlar Allah ‘ın emr-u fermanı ile , müsadesi ile olur.
Yokken verilen hayat nimetlerine şükretmek, sonra hayatı giderecek olan
ölümü daima göz önünde tutarak güzel, maneviyat yüklü işler yapmaya çalışmak,
ölümle neticelenecek olan bu fani hayatın kıymetini ona göre ölçmek gerek.
61 – MÜMİT
O, canlı bir mahlukun ölümünü yaratan ,MÜMİT’dir.
Canlı mahluklar için ölüm mukadderdir ve her an gelivermesi mümkün bir hadisedir. Allah-u Teala her kulunun dünyaya geliş ve gidiş zamanını tayin etmiştir.Herkez zamanı gelince gelir,ikamet müddeti bitince gider. İnsan cesetle ruhtan mürekkep olarak yaratılmıştır.Cesed aşikar , ruh gizli , cesed fani , ruh bakidir.
Ölüm , Allah’ın emridir. Ölümden korkmak değil , ona göre hazırlanmak icap eder. Hayat, şu an içinde bulunduğumuz yaşamdır.Fani hayatlarından iman ve irfan kazanan va Allah ,için çalışıp,güzel işlerle Hakk ‘ a kavuşanlar da ebedi saadet ve bahtiyarlık bulmuşlardır.
62 – HAYY
0,diri ,canlı,her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten HAYY’dır.Hay ,diri demektir.
Bunun zıddına meyyid denir ki ,ölü demektir.Mahlukat içinde hayat sahibi olanların ötekilerden yani taş ve toprak gibi hayatı bulunmayanlardan daha kıymetli olduğu anlıyoruz. Çünkü hayat sahibi olan her mâhluk, bir bilgi ve faaliyet kaynağıdır. Bilgi ve faaliyet hayatın izleridir.
Allah-u Teala, hayat sahiplerine yaradılışlarındaki hikmete göre bir hayat vermiştir. Mesela, otlar ve ağaçlar hayat sahibidir. Onlar da doğar, büyür, ürer ve nihayet ölürler. Hallerine göre bilgileri de vardır.
Faaliyetleri de vardır. Bitkilere göre hayvanattaki hayat daha üstündür. Görme, işitme, hareket serbestliği vardır.
Ancak hayvanların üstünde daha üstün bir hayat var ki, Allah-ü Teala Hazretleri bu şerefi de insanlara ihsan buyurmuştur. İnsanlardaki hayat her şeyden daha üstündür. İnsanda, diğerlerinden üstün olarak muhakeme, mukayese etme vardır.
Her işin önündeyken sonunu görür, ona göre vaziyet alır. İnsanlar yeryüzünün efendisidir.
Fakat bir şey varsa, hakiki hayat Allah-ü Teala’ya mahsustur. O’nun hayatı ilim ve iradeye mebde olan ezeli bir sıfat, kayıtsız şartsız her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, canlara can veren, ekmel (kusursuz) bir hayattır. O, ölmez, öldürür, can verir.
Hayy ism-i şerifi çok önemli olup bizi canlı tutan Esma’dır. Bu Esma’ya sarılıp kendimizi O’na teslim etmek, her işimizi Hakk’a havale etmek, her hususta ancak Allah’a dayanıp güvenmek gerektir.
63 – KAYYUM
O, gökleri, yeri ve her şeyi tutan, KAYYUM’dur.
Kayyum, Kâim’in mübalağasıdır. Kayam gibi. Her şey üzerine kaim demektir. Bunun manası, her şeyin kıyamı yani bir varlık sahibi olarak durabilmesi neye mütevakkıf ise onu veren demektir. Allah-ü Teala her şeye mukadder olan vaktine kadar durmak için sebeplerini ihsan etmiştir. O’nun için her şey Hakk ile kaimdir. İnsan kendi ruhunun, kendi bedenini nasıl tuttuğunu ve idare ettiğini güzelce düşünürse bu yüksek hakikati birazcık sezebilir. İnsan yaşayıp dururken ölüyor ve o zaman beden yine eskisi gibi görünse de âtıldır, görmez, işitmez, suyu çekilmiş değirmen gibi olur ve bir zaman sonra dağılır. Çünkü onu tutan, idare eden ruh idi. Ruhun alakası kesilince beden işe yaramaz hale geldi.
Bilmek lazımdır ki, Hayy ü Kayyum ancak Allah-ü Teala’dır. Bizi bu fani âlemde tutan O’dur. O’nun Kayyum olmasıdır. O’ndan başka Mabud yoktur.
Allah Kayyum’dur.
64 – VACİD
O, istediğini, istediği vakit bulan; VACİD’dir.
Allah-ü Teala her şeyi, bilhassa hükmünü infaz edeceği kimseleri, istediği vakitte hemen bulur. Herhangi bir şeyi ele geçirmek için zaman kollamaya, tedbir almaya, tuzak kurmaya ihtiyacı yoktur. İstediği şey, istediği zaman hemen o lahza huzurundadır.
Kul, kendini Allah’a uzak zannetmemeli. Daima; “Ya Rabbi huzurundayım, hâlim sana malum” demeli. İnsanoğlu derde düşer, derman arar.
65 – MACİD
O, kadr-ü şanı büyük, kerem ve semahati bol, MACİD’dir.
Allah-ü Teala’nın kendisiyle aşinalığı olan kullarına kerem ve semahati (cömertliği) ifadeye sığmaz, ölçeğe gelmez. Kusurları affeder, haklarını himaye ve müdafa lütfunda bulunur.
Bize gereken, Allah’ın bu lütuf ve keremini daima hatırlayarak, O’nu candan sevmek ve bütün emirlerini baş tacı yapmaktır.
66 – VAHİD
O, Tek… Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimşerinde, hükümlerinde asla şeriki (ortağı) veya naziri (benzeri) dengi bulunmayan, VAHİD’dir
Allah-ü Teala zâtında birdir. O’nun yarattığı ve ayakta tuttuğu bir mâhluk hiç O’na denk olabilir mi! Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mâhlukatta, bilhassa insanlarda O’nun sıfatlarının benzeri değil, izleri ve nişaneleri vardır ki, onlardan Allah’ın yüce sıfatları sezilir ve iman edilir.
Allah-ü Teala bu “Vahid” sıfatıyla muttasıf (nitelikli, vasıflı) bir ilâhtır. Cenab-ı Hakk, insanı şerefli (eşref-i mâhluk) olarak yaratmıştır. Şu halde insana yaraşan şey, bu şerefi muhafaza etmektir. Bu da Yaradan’ı bilmek, yaradılışı bilmek ve her birinin hakkını yerine getirmekle olur. Şirke sapan bir insan, bu hakları birbirine karıştırmış olur ki, Tek’lik anlamında çok dikkatli olmak gerekmektedir.
67 – SAMED
O, hâcetlerinin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek mercî, SAMED’tir.
Kapısına hâcet sahiplerinin aklın ettikleri şerefli zâta, (Samedü’l-kavm) denir. Bir sıkıntıya düşen, bir müşküle çatan insan bu vaziyetten kurtulmak için bir halâskâr arar. Bu herkez için tabii bir hâldir. Aranan halâskâr, sıkıntının nevine göre değişir. Bu, ya bir âlimdir veya zengindir. Veyahut bir makam ve selâhiyet sahibidir. Bu kapı uzaktan, yakından gelen hastaların merciidir. Bu zât o kadar meşguldür ki, ziyaretçilerin kendisiyle görüşebilmeleri için sıra, nöbet, gün ve saat beklenir. İşte bunların hepsi “Samedü’l-kavm”dır.
Hacet sahipleri şunu düşünmelidir: “Ya Rabb! Sana hamd-ü senâlar olsun ki, kulların içinde derdimin inceliklerini görebilecek ilim-irfan sahibi insanlar yarattın ve ona göre de devalar ihsan buyurdun” niyazı içinde olmak gerekmektedir.
68 – MUKTEDİR
O, kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden, MUKTEDİR’dir.
Allah-ü Teala her şeye karşı mutlak ve ekmel surette kâdirdir. Her şeye kâdir olduğu içindir ki, dilediği şeyi yaratır ve isterse onda dilediği kadar kuvvet ve kudret de yaratır. Allah’tan başka her şey haddizâtında âcizdir. Allah dilerse zayıfları kavi, âcizleri kâdir kılar Hasılı yerde ve gökte bütün kuvvetler O’nundur.
Kul bilmeli ki, O’nun yardımını kazananların asla yenilmeyeceğine can ve gönülden inanarak bunu kazanmaya çalışmalıdır. Allah’ın yardımına erişince azıp şımarmamalı, bilakis daha ziyade tavzu ile; “Ya Rabb! Bu Sen’in lütuf ve inayetindir. Şükürlerimizi kabul, kusurlarımızı af buyur. Bu inayetini üzerimizden kesme.” Diye yalvarmalıdır.
69 – KADİR
O, istediğini , istediği gibi yapmaya gücü yeten , KÂDİR ‘dir
Allah-u Teala , kudretine bir ayna olmak üzere kâinatı yaratmıştır.Fezalarda sayısı belirsiz alemleri birbirine çarpmadan nasıl koşturuyorsa , bir damla suyun içinde öylece birbirine temas etmeden hesapsız hayvanatı yüzdürüyor.Mikroskobun önüne alınan bir parmak yosun parçasında gayet muntazam ormanlar, çayırlar,çimenler görüpte bu kudrete hayran olmamak kâbil mi ?
İşte sana sonsuz güç.Secde edeceksen,kapkara topraklardan nur topu gibi insanlar yaratan , bir kemik parçasına (kulak) işitme kuvveti,bir et parçasına(dil) konuşma kâbiliyeti veren kudret sahibine secde et!
70- MUAHHİR
O istediğini geri koyan, arkaya bırakan, MUAHHİR’dir.
Allah-ü Teala istediğini ileri, istediğini geri aldığı gibi, bazen de kullarının teşebbüslerini, onların bekledikleri zamanda semerelendirmez. Maksatlarını arkaya bırakır, hikmetleri vardır. Bu hikmetleri araştırmaya, sezmeye çalışmalıdır. Bunlar da ibadettir. Mesela, istemekte kusur edilmiştir. Âdaba riayet lazımdır. Bazen de mihnet ve ızdırabı arttırmak için teahhur eder. Bu suretle bunun arkasından çok defa ferahlık gelir. Sabır, teslimiyet şarttır. Kulun, Hakk ile münasebeti için tek vasıta ibadet ve ubudiyettir. İbadet, Allah’ın razı olacağı şeyi yapaktır. Ubudiyet, Allah’ın yaptığına razı olmaktır. Sabır, rıza, şükür çok önemlidir. Allah’ın ne zaman vereceğine sabır göstermek, verdiğine razı olmak ve verdiğine şükretmek gerekir.
71- MUKADDİM
O, istediğini ileri geçiren, öne alan MUKADDİM’dir.
Allah-ü Teala bütün mâhlukatı yaratmıştır. Fakat seçtiklerini ileri almıştır. İnsanları, dince, dünyaca bazısını bazısı üzerine, derece derece kaldırmıştır. İnsanların Hakk yoluna daveti umumidir. Fakat Allah’ın hidayet ettikleri davete icabet eder, ileri gider, ötekiler geride kalır. Allah’ın emirleri, nehiyleri her kul içindir. Fakat Allah’ın tevfik verdikleri bunlara uyar, yükselir. Diğerleri ayak altında kalır. Allah kimini gözde ve gösterişte ileri götürür. Kimini de gönüllerde (mürşitler gibi) ileri götürür. Şu halde ileri geçmek isteyenlerin yoluyla, teslimiyetle çalışması gerekir. Şayet çalışmalarından sonra Allah-ü Teala yine kulunu maddi-manevi zengin etmez ise, o kulun halini her halde kendisinden daha iyi bilir. Fakat çalışmak, şükretmek şarttır.
72 / 73 – EVVEL / AHİR
O ilk EVVEL’dir. Ve O, son AHİR’dir.
Allah-ü Teala bütün varlık üzerinde mukaddem (başlangıç) olu kendi varlığının evveli yoktur. Her şey biter helak ve fenaya girer ancak O kalır. Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Varlığının sonu yoktur. O’na (evvel) demek, ikincisi var demek değildir. Evveliyetine bidayet (başlangıç) olmadığı gibi, ahiriyetine nihayet yoktur. O’nun varlığı ezeli ve ebedidir. Cebab-ı Hakk hakkında, sadece EVVEL’dir, sadece AHİR’dir dememeli, ikisini beraber okuyarak hem Evvel hem Ahir’dir demeli. Maddi, manevi neyimiz varsa hepsinin O’ndan olduğunu ve bütün işlerin O’na döndürüleceğini ve O’nun huzurunda hesabı görüleceği mülahaza ederek her türlü icraat ve tassarufatımızı ancak O’na kullu namına, Evvel ve Ahir ancak O’nun rızasına yapmak iktiza (gerekli) eder.
74 / 75 – ZAHİR / BATIN
O, âşikâr, ZAHİR’dir. Ve O, gizli BATIN’dır.
Allah-ü Teala’nın varlığı her şeyden belli, açık, meydandadır. Hem de O’nun varlığı gözükmez, belli olmazdır. Gözümüzün gördüğü her manzara kulağımızın işittiği her name, elimizin tuttuğu, dilimizin tattığı her şey, fikirlerimizin üzerine çalıştığı her mana, gerek içimizde gerek dışımızda şimdiye kadar anlayıp sezebildiğimiz her şey O’nun varlığına, birliğine, sıfat-ı kemâliyesine şahittir. O, gizlidir, görünmez. Çünkü biz O’nu künhüyle (özüyle) bilemeyiz ama, varlığını kat’i surette biliriz. Ortada mâhlûk var, elbette Hâ’lık vardır. Bu varlara bakarak yaratıcı bir varın varlığını kabul etmek akıl için bir zarurettir. Bütün varlığı yaratan ve yaşatan ancak O’dur. Hiçbirşey yoktur ki gerek varlığa çıkarken gerek varlıkta dururken her lahza O’nun varlığını ispat etmiş olmasın. Her şey hal diliyle şunu söylemektedir:
“Ben hiçim, beni var eden, tutan, görüp gözeten Allah’tır. Ve ben her an O’na muhtacım. Bende görünen kıymetlerin, kuvvetlerin hepsi O’nun bir emaneti, bir lütfu ve ihsanıdır”
Bu umumi şehadettir.
Varlığını ve birliğini her zerrenin şehadet ettiği Allah-ü Teala’yı inkar edenlere katılıp ta dünyasını, ahretini harap etmekten sakınmak, O’na iman ederek hudutsuz lütuf ve kereminden faydalanmak gerekmektedir.
Muhakkak surette bilinmelidir ki, kendisince faydalı şeyleri bırakıp ta neticesiz şeylere çene yarışına çıkanlar, şeytana uymuş insanlardır.
76 – VÂLİ
O, bu muazzam kâinatın ve her an olup biten hâdisatı tek başına tedbir ve idare eden, VÂLİ’dir
Allah-ü Teala, valiler, hükümdarlar yaratan ve bütün varlığı idare eden biricik ve en büyük VÂLİ’dir. Allah-ü Teala öyle bir Vali-i A’zam’dır ki, bütün kâinat daha yaratılmadan önce O’nun kudreti ve tasarrufu altında idi ki, tek bir emir ile yokluktan varlığa çıkardı. Vakti gelince her şey ancak O’nun kudret ve tasarrufunun tesiri ile belirir ve yine ancak O’nun terbiye ve iradesiyle gelişir. Yine vakti gelince ancak O’nun iradesiyle ölür. Ve her şey öldükten sonra da O’nun kudret ve tasarrufu altındadır ki, onları yeniden diriltir.
İnsan kendini kör, sağır, bir tabiatın hikmetsiz, gayesi ortaya fırlatıverdiği bir serseri sanmamalı. İnsanlık şerefine yazıktır.
77 – MÜTEÂLİ
O, yaratılmışlar hakkında, aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce, MÜTEÂLİ’dir.
Bir insanın yarın fakir düşme ihtimali vardır. Ve çok zenginken birden bire fakir olabilir. Birinin yardımına muhtaç bir vaziyete gelebilir. Fakat Allah-ü Teala hakkında böyle bir ihtimal düşünülmesi mümkün değildir. O öyle bir Allah’tır ki, isteyenler çoğaldıkça ihsanı artar, iradesine, hikmetine göre verir.
“Amentü bi’llahi” diyen her kul, Cenab-ı Hakk hakkındaki imanını sahih ve dürüst bir hale getirmelidir. Bu da Allah’ın Kur’an’da ve hadiste gelmiş olan isimlerini ve sıfatlarını öğrenmekle, tesbih (zikir) etmekle olur. Tasavvufun en önemli kaidesidir. Ve ikinci (manevi) doğuştur.
78 – BERR
O, kulları hakkında müsait bulunan, iyiliği ve bahşişi çok olan, BERR’dir.
Allah-ü Teala kulları için daima kolaylık ve rahatlık ister, zorluk istemez. Zorluk çıkaranları da sevmez. Yapılan yanlışlıkların çoğunu bağışlar, öretbas eder. Bir iyiliği, güzelliği çok mükafatlandırır. Allah rızası için, Allah’ın mâhlukatına elinden geldiği kadar iyilik etmeye, hiç olmaz ise tatlı bir söz, tatlı bir yüz, güzel bir muamele ile gönül kazanmaya çalışmaktır. Bu insanlığın gereği olmakla berebaer, Tasavvuf’un inceliğidir.
79 – MUNTEKÎM
O, suçları, adâleti ile müstahik oldukları cezaya çarpan, MÜNTEKIM’dir.
Allah-u Teala’nın intikamı vardır. Hepimiz, fertler, cemiyetler bundan tir tir titremeliyiz. Çünkü Allah’ın muâhazesi çok elemli ve pek şiddetlidir. O, isyan edenleri, fesat çıkaranları, zulüm edenleri, münafıkları, hatta insan (gönül) kıranları sevmez. Fakat sevmediği bu durumları yapanlara hemen kahır etmez, mühlet verir.
Gaye, iman ve temiz ahlâk kazanmalı. Bunlar hayr ve refah kaynaklarıdır. Bu kaynakları çok titizlikle muhafaza etmelidir. Gerek ferdi, gerek toplumsal iyi hâller değişmedikçe, Allah-u Teala kendilerine verdikleri rahat ve refahı, huzur ve afiyeti değiştirmez.
80 – TEVVAB
O, tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan, TEVVAB’tır.
Bu ism-i şerif tevbenin mübalağa sigasıdır. Tevbenin asıl manası dönmektir. Günahkâr kulların kalblerinde onları gafleten uyandıracak, günahlardan döndürecek korkular yaratmak, tevbe yollarını kolaylaştırmak, bu işaretlerden mütenebbih (uyanmış) olup günahtan dönenlerin tevbelerini kabul etmektir. Gaye günahlarla beraber kötü huylardan da dönmektir. Tam temizlik işte budur. Tasavvufun ana gayesi bunu emreder.
Bilmek gerekir ki, Cenab-ı Hakk kulunun tevbesini kabul eder. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Tasavvufta mürşid huzurunda tevbe (biat) çok önemli olup, Kur’an’ın nasihatlarını mürşid doğrultusunda dinlemeğe ihtiyaç duyulur.
81 -R A U F
O, pek re’fetli (acıyan, merhamet eden, esirgeyen) RAÛF’dur.
Allah-u Teala büyüktür, zengindir, kudret eliyle yarattığı ve isterse bir lâhzada yok edebileceği mahlukâtından hiç birine muhtaç değildir. Fakat Allah’ın bu gınası mahlukâtına karşı re’fet ve rahmetine mani değildir. Bilakis re’fetinin büyüklüğüne delalet etmektedir.
Ecdadımızı hayırla anmak, aramızdaki acezeyi yani aciz, güçsüzleri hayırla gözetmek insanlık borcudur. Geçmişlere dil uzatanlara, aceze ve zuafayı (zayıf olan) hor tutanların dünyada ve âhirette rahat edeceği bir yer yoktur. Allah’ın mahlukâtına bir yararlılık, malıyla veya bedeniyle veya fikriyle bir fedakârlık göstermeğe çalışmaktır. Tasavvuf ehli buna çok dikkat etmelidir.
82 – A F Ü V V
O, afvı çok olan, AFÜVV’dür.
Afv, intikâmın zıddıdır. Allah-u Teala bazı suçları intikâmıyla muaheze eder (ayıplar, kınar), bazı suçları da afviyle sevindirir. Bahtiyar olanlar Allah’ın afvına erenlerdir. Allah’ın geniş lütuf ve keremi vardır, el-hamdülillah. Bu geniş lütuf ve kereminden faydalanamıyarak intikâmına uğrayanların ise vay haline.
Afv, günahların izlerini silip bütün yok etmektir. Mağ…firet ise sadece günahların üstüne bir perde çekmektir. Onun için afv, mağfiretten daha ileridir.
Biri seni rencide eder, sonra da beyan-ı itizar ederse yani bir vesile ile özür beyan dilerse, özrünü kabul et veya doğrudan doğruya onu afvet ki Allah’tan mağfiret bulasın. Allah sana, senin başkalarına ettiğin muamele gibi muamele eder.
83 – MALİK-ÜL MÜLK
O, mülkün ebedi sahibi, MALİKÜ’L-MÜLK’dür.
Allah-u Teala mülkün hem sahibi, hem de hükümdarıdır. Amme menfaati için kanunlar ve nizamlara hükmetmek kuvveti (Malikiyet), emlak ve arazi üzerinde tasarruf etmek kuvveti (Melikiyet) konusunda O’na bir ortak veya bir denk yoktur. Kullarından bazılarına muvakkaten (geçici) mülk verir, mülk sahibi olarak zengin eder.
84- ZÜ’L-CELAL-İ VE’L-İKRAM
O, hem büyüklük sahibi, hem fazl-ı kerem sahibi, ZÜ’L-CELAL-İ VE’L-İKRAM’dır.
Allah-u Teala büyüklük, ululuk manasındaki ‘Celâl’ sıfatındadır. Büyüklük nişanesi olan ne kadar kemâlat varsa hepsi O’na mahsustur. Celâl sahibi ancak Allah’tır. O’nun karşısında hiçbir şey kendi kendine tutunamaz. Azamet ve celâliyle her şeyi bir anda yok edecek derecede büyüktür. Allah-u Teala yoklara varlık, fanilere… hayat vererek onları çeşitli nimetlerine gark kılan (müstağrak) fazl u kerem sahibidir de. Bütün nimetler O’nun ihsanı ve O’nun ikramıdır.
Burada ana gaye kul için, yalnız Allah’tan korkmak, ve O’na karşı alçalmak yani yalnız Allah’a karşı kendini hor, hakir görmek ve her umduğunu da yalnız O’nun lütuf ve kereminden beklemektir. Bu hâl büyük bir mertebedir. Allah’ın birliğine inanmış olanlarında tam nişanı da budur. Tevhid ehlinin öyleleri vardır ki, ayanın önüne altın dökmekle başına kılıç tutmak birdir. Önüne serilen altınlara ne sevinir, ne de başına çekilen kılıçtan yerinir. Tam teslimiyet içinde olmayı bilir.
85 – M U K S İ T
O, bütün işlerini denk ve birbirine uygun ve yerli yerinde yapan, MUKSİT’dir.
Allah-u Teala en üstün adalet ve merhamet sahibidir. Her işi birbirine denk ve lâyıktır. Zerre kadar da olsa haksızlığa terviç etmez, haksızlığı desteklemez. Kullarına muamelesi tam, adalet ve merhamet üzeredir. O, cehilden, gafletten münezzehtir, hatadan uzaktır. Her işin önünü, sonunu bilir ve bildiği gibi yapar. Hiçbir işine kimsenin itiraz etmeğe hakkı yoktur. Çünkü her muamelesi haktır, sırf hayırdır.
Bu ism-i şerif hükmünü kendine örnek tutanlar, işlerinde, fikirlerinde ifrat ve tefrite kapılmazlar. Yani herhangi bir konuda ileri gitmez ve herhangi bir konuda geri kalmaz, itidalden ayrılmazl
86 – CÂMİ
O, istediğini istediği zaman, istediği yerde toplayan, CÂMİ’dir.
Dağınık şeyleri bir araya toplamak cem’dir. Allah-u Teala, hava, su, topraktan bizi vücud eyledi. Vücud yine aslına dönecektir. Fakat, Allah-u Teala vücudlarımızın çürüyerek suya, havaya, toprağa dağılmış olan zerrelerini tekrar birleştirecek, bedenlerimizi yeni baştan kuracaktır. Bu âlemde milyarlarca insanların, milyarlarca zerreleri birbirine karışmış olduğunu düşünerek bunun Allah’a göre güç bir şey olduğunu zannetmemelidir. Ayrıca, bütün insanları hesaplarına bakılmak, muhakemeleri görülmek ve herkese yaptığının karşılığı verilmek üzere Arasat meydanına toplayacaktır. Gerçi dünya bir imtihan yeridir. O, imtihanda kimlerin kazanacağını, kimlerin kaybedeceğini ta ezelden bilir.
Burada amaç, gafletten uyanmak, hakiki vaziyeti sezmeğe gayret etmektir. Dünyanın geçici görüşüne aldanmıyarak kendisiyle bâki kalacak dostların kıymetini ve hüviyetini şimdiden teşhis etmeğe çalışmaktır.
87 – GANİYY
O, çok zengin ve herşeyden müstağni, GANİYY’dir.
Zengin kim diye sorulsa ne deriz?
Esasında zengin, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan herşey yanında mevcud bulunduğu için hiçbir surette başkasına müracat, mecburiyetinde olmayan zât demektir. İşte bu sıfat, tam ve mutlak surette Allah’a mahsustur. Çünkü hâcet eksikliktir. İhtiyaç, mabudluğa uymaz. âcizleri kaldıran, ihtiyaçları gideren ancak Mabud’dur.
Allah-u Teala’ya karşı daimi aczini ve ihtiyacını takdir edip gerek kendisi için, gerek başkaları için kulluk mevkiinde ileri bir mevki aramak deliliğine, yanlışlığına kapılmamalı ve Allah’a kulluk vazifesi yaparken bunu, yalnız Allah emrettiği için ve kendisine ibadet olunmak, bütün emirlerine kayıtsız şartsız boyun kesilmek, Allah’ın tam hakkı olduğu için yapılmalıdır.
Bilinmelidir ki, zengin olan Allah’tır.
88 – MANİ
O, bir şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen, MANİ’dir.
İyiden kötüye birçok arzularımız vardır. Yaşadığımız müddetçe bunlar ne biter ne de tükenir. Biz bu arzularımızı elde etmek için çalışır dururuz. Her arzumuz bir takım sebeplere, sebepler de “Mani” ve “Muti” olan Allah-u Teala’nın emr-u fermanına bağlıdır. O, isteyenlerin isteklerini dilerse verir. O zaman isteyenin tuttuğu sebepler çabucak… birbirine eklenir ve maksat da meydana geliverir ki işte “El-Muti” tecelliyat etmiş olur. Allah-u Teala bazı isteklere de müsaade etmez. O zaman da isteyenin tuttuğu sebepler kısır kalır, bir nevi mahsul vermez ki burada “El-Mani” tecelliyat etmiş olur.
Tasavvufta şu sözler çok önemlidir.
“Şükür mukaddermiş, çalıştık Cenab-ı Hakk ihsan buyurdu.” veya tam tersi olarak “Mukadder değilmiş, çalıştık çabaladık amma Cenab-ı Hakk nasip etmedi.” demek suretiyle şükür ve takdirine razı olmalı ve bundan O’nun mutlak bir hikmeti olduğunu düşünerek işin sonuna bakmalı ve katiyyen sözünde ve işinde fazla taşkınlık göstermemelidir.
89 – MUĞNİ
O, istediğini zengin eden, MUĞNİ’dir
Allah-u Teala kullarından dilediğini zengin yapar ve bütün ömrünü zengin olarak yaşatır. Bazı kullarını da ömrü boyunca fakirlik içinde bırakır. Bazı kulunu zenginken fakir, bazılarını fakirken zengin yapar. Allah insanlar için zenginlik yollarını açmış, sebeplerini bildirmiştir. Her insan bu yollardan çalışırsa da kazançları müsavi olmaz. Allah’ın hikmetleri …vardır. Her kuluna belli bir nisap yani zenginlik ölçüsü takdir etmiştir. Hakk’ın takdir ettiği bu nasibi bulmak için çalışmak şarttır. Bir de bahtiyar zengin vardır ki bunlar elindeki servetle dünya ve âhireti birden kazananlardır. Servet sahipleri, israf etmeden yemekle dünyasını, öte yandan da Allah yoluna seve seve bağış yaparak ve yedirmekle de âhiretini kazanmış olur.
Allah’ın verdiği nimetlerin artıp eksilmemesini arzu edenler, nimetin şükrünü yerine getirmelidirler. Zenginliğin sigortası çalışmak ve şükür’dür.
90 / 91 – DÂRR / NÂFİ
O, elem ve mazarrat verici şeyler yaratan, Dârr’dır. Aynı zamanda hayır ve menfaat verici şeyler yaratan Nâfi’dir.
Menfaatleri ve mazarratları (zarar) yaratan ancak Allah-u Teala’dır. Hayır da şer de insanlar için birer imtihandır. İnsan dünyaya gelir, rüşt çağına ulaşınca fazileti de anlar, rezileti de. İki tarafın isteyicisi de çıkar. Allah-u Teala intihan için herkesin hareketine meydan verir…. İstediği tarafın sebeplerini yaratır. Her iki tarafın vasıtaları, teşvikçisi, tellalı bulunur. Dolayısı ile insanlar ikiye bölünür, iyiler iyiliğe, güzelliğe akarken, kötüler, menfaatçiler, Allah korkusu, sevgisi olmayanlar kötülüğe koyulur gider.
Mürşidler yol gösterir, irşat sözünü kulağına telkin etmek ister ama kulak delik değildir, duymaz, anlamaz ve hayat perdesini hüsranla kapatır gider.
Allah kuluna tasa, elem, hastalık, korku, fakirlik gibi sıkıntı verirse, onu Allah’tan başka açacak, aşacak yoktur. Eğer lezzet, sevinç, sıhhat gibi bir menfaat verirse, onları da devam ettirecek olan da ancak O’dur. Bir felakete uğrayınca ifrat (taşkınlık) derece hüzünlü olmamak gerek. Cenab-ı Hakk’ın gizli lütuf ve inayetleri vardır. Kulu için sezmediği yerden saadet sebepleri yaratır. Her felaketin hikmetsiz ve sonu hayr ve rahmetsiz olmadığına candan inanmak gerekir.
92 – NÛR
O, âlemleri nurlandıran, istediği simâlara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran, NÛR’dur.
Nur, ışık demektir. Işık tarif istemez. Çünkü o gözlüye gizli değildir. Allah-u Teala mahsusatı (gözle görülen, hissedilen) görmek için ışık yarattığı gibi, makulatı anlayabilmek içinde ışık yaratmıştır. Mahsusatı gösteren ışık, iman ve irfan nuru, onu idrak eden de basiret yani kalb gözüdür. İman nuruyla in…sanı içinden, dışından kuşatmış olan karanlıklar aydınlanır, açılır. Altı, üstü, sağı, solu, önü, arkası nûr içinde kalır. Karanlıktan ileri gelen kuruntular dağılır. hakikatler sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık nurları doğar. Hakk’tan gelindiği ve yine O’na dönüleceği bilinir.
Gönüldeki iman nurunu söndürmekten son derece sakınmak gerekir. Bunun neticesi kalb körlüğüdür. Bunun fecaatini ölçmek için göz körlüğünü (aydınlıkta bir müddet gözleri kapatıp etrafa bakmak) düşünmek gerekir.
Derviş için gece ibadeti (teheccüd) çok önemlidir. Gece, basiretin önünü açar, derviş karanlıkta ışık (cemal) arar
93 – HÂDİ
.O, hidayet yaratan, istediği kulunu hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan, muradına erdiren, Hâdi’dir.
Allah-u Teala’nın lütuf ve keremiyle kuluna sonu hayr ve saadet olacak isteklerinin yolarını göstermesi veya yola götürüp muradına erdirivermesidir, hidayet. Sadece yolunu ve sebeplerini gösterivermeğe irşad, neticeye erişinceye kadar yola götürüvermeye de tevfik denir. Hidayetin karşılığı, zı…ddı dalalettir. Dalalet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmaktır. Hidayetin neticesi iman, dalaletin neticesi imansızlıktır.
Unutmamalıyız ki, dünyada insanları iyiliğe çağıran hidayet mürşidleri bulunduğu gibi, kötülükleri süsleyerek iyiliktir diye yutturmaya çalışan şeytanlar da vardır. Hidayet mürşidlerinin aleyhinde konuşup, sıcak ve bilgili davranıp, süslü görüntüsüne çekmeye çalışan kişiler çoktur. Bu süslü konuşan, davranan insanların samimiyetine aldanmamak, hidayet mürşidini çok iyi seçmek gerekir.
94 – BEDİ
O, misalsiz, hayret verici âlemler icad eden, Bedi’dir.
Hiç birinin örneği ve misali yokken sayısız şeyler icat ve ihtira (görülmemiş alet) eden, düşünmeğe, araştırmağa muhtaç olmadan kolaylıkla ve daima misilsiz şeyler yaratmak, icat etmek âdeti ve kadim sıfatı bulunan zât demektir. Mübdi manasında görünse bile arasında fark vardır.
İnsanoğlunun mühim hassalarından biri de dikkat ve tecessüstür. …O, dinini de, dünyasını da bununla kazanacaktır. Tefekkür İslamda büyük ibadetlerden biridir. Dikkat ve tefekkür çok zengin mahsul verdiği için, Kur’an’da ve hadislerde insanları tefekküre teşvik ve davet eden bir çok ayet ve hadis vardır.
Cenab-ı Hakk dilediği kuluna hikmet verir. Kendisine ilim ve hikmet bağışlanan hakikaten büyük hayra ulaşmıştır. Bir kul anlayışı nisbetinde Allah’ın her şeyde parlayan hikmetlerini görmeye, bu bahtiyarlığa katılmaya çalışmalıdır. Maddeyi
manaile bütünleştirmelidi
95 – BÂKİ
O, varlığın sonu olmayan, Bâki’dir.
Önü olmamak mülahazasıyla Allah-u Teala’ya “El-Kadim”, sonu olmamak mülahazasıyla “El-Bâki” denir. Varlığın devamı, önü ve sonu olmamakladır. Kainatın yaradılmış olduğu lâhzadan itibaren Adem’e doğru akışının derecelerini gösteren bir mefhumdur. Kainat yokken zamanda yoktu, fakat Allah-u Teala vardı. Kainat biter, zaman da biter, fakat Allah Bâki’dir.
Evliyaulla…h dünyayı bir misafirhaneye benzetmişlerdir, ne doğru temsil. Yolcu oraya gelir, birkaç gün eğlenir, sonra etrafında ne varsa bırakır gider. Her şey fanidir, Bâki Allah’tır.
Bu gerçeği hayata aldanıp kıymetli ömrünü boşuna telef etmemek dünyaya niçin geldiğini öğrenip, Allah’ın rızasını kazanmak üzere maddeleşmeden manevi hayatından faydalanmak ve fani hayatla bâki hayat kazanmaktır.
96 – VÂRİS
O, servetlerin geçici sahipleri, elleri boş olarak yokluğa döndükten sonra varlığı devam eden servetlerin hakiki sahibi, Vâris’dir.
Allah-u Teala mülkün ortaksız tek sahibidir. Her şeye varis ancak O’dur.
Allah-u Teala mülkünden istediği mikdarı, istediği insanlara verir. Onlara muvakkat bir zaman için tasarruf hakkı bağışlar. Onlar da bunu Allah’ın bir lütuf ve ihsanı olduğunu unuturlar, kendile…ri için müktesep bir hak sanınırlar da tasarruflarında hiçbir emr-ü ferman tanımazlar. Hayatta kaldıkları müddet ancak kendi keyiflerine göre kullanırlar. Ölünce de malları, mülkleri devam eden nesillerine kalır ya, o da bir kâr diye haklı haksız demeyip mal toparlar. İşte bu şekilde tasarruf davasında bulunanların ellerindeki ödünç tasarruf hakkı alınır. Kendileri de gider, ellerindeki de biter.
Elindeki mal ve servetin hatta hayatının sahib ve mâliki ve sonunda vârisi ancak Cenab-ı Hakk olduğunu bilerek kendinin bir emanetçi olduğunu kabul etmeli ve işleri nefsani arzulara göre değil, Allah’ın emirlerine ve kanınlarına göre yürütülmelidir. Veren O, alan O bilincine sahip olunmalıdır.
97 – REŞİD
O, bütün işleri ezeli takdirine göre yürütüp dosdoğru ve bir nizam ve hikmetine ulaştıran, Reşid’dir.
Hiçbir işi boş ve faydasız olmayan, hiçbir tedbirinde yanılmayan, hiçbir takdirinde hikmetsiz bir şey bulunmayan zât demekdir. Doğru ve selamet yolu gösterendir. Reşid, mürşid manasınadır. Mürşid kelimesi de başlıca sözünü ettiğimiz manayı ifade eder.
Küçük, büyük bütün işlerin kumandası ancak All…ah-u Teala’nın elindedir. Her iş O’nun irade ve tedbiriyle meydana gelir ve yine O’nun takdiri çerçevesi içinde neticelenir. Allah-u Teala’nın tekvini olan (var olma yaratma) tedbirleri, kâinatın idaresine ait emirleridir. Her şey bu tedbirlere göre ve tam bir mecburiyet içinde vazifesini yapıp durmaktadır.
Kişi işlerinde ve muamelatında hayırlı ve kazançlı tarafı tutabilmek için tedbirli ve uyanık bulunmalıdır. Bu da akıl gibi Allah’ın en büyük ihsanı olan hassayı terbiye ederek çalıştırmak ve nefsi, aklın idaresi ve baskısı altına almakla olur. Akıl, insanı hayvandan ayırt eden bir kuvvettir. İnsanın vazifesi Allah’ın kanunlarını anlamak ve onların hükümlerine göre vücud makinesini idare etmektir.
98 – SABÛR
O, çok sabırlı, Sabûr’dür.
Allah-u Teala sabırlıdır. Asilerden öç almakla isticâl (acele) etmez, kendilerine mühlet verir. Kullarının binbir çeşit edep ve saygı dışı hallerini görüp dururken ve onları bir lahzada yok edivermeye kudreti varken, bunu yapmıyor. Münkirler O’nun hakkında yoktur diye bar bar bağırırken, müşrikler kendine iftira edip dururken yine naz ve nimet içinde yaşamaktadırlar. Onl…arın tahsisatını hemen kesmiyor, sıhhat ve afiyet veriyor. Çünkü Cenab-ı Hakk vaktinden evvel acelecilik, ivedilik etmez. Vakti gelince de bir lahza geri bırakmaz. O’nun verdiği bu mühlet de şüphesi büyük bir rahmettir.
Hayatta sabredilecek yerlerde sabredenlere, Cenab-ı Hakk hadsiz hesapsız sevap ve mükafat vad buyurmuştur. Bir insanın hiddetine mağlup olmaması, birlikte yaşadığı kimselerin bazı kusur ve kabahatlerini hoş görmesi, günah olan şeylere dönüp bakmaması, onların vereceği geçici lezzetlere aldanmaması sabırdır. O’ndan gelen ve çare bulunmayan felaketler, hastalıklar ve kazalar vardır ki onlara tahammül etme, o gibi hallere eline, diline sahip olmak, bağırıp çağırmamak, yakasını paçasını yırtmamak, başını, göğsünü döğmemek, rast geldiğine dert yanmamak ve hatta yüzünü bile ekşitmemeğe gayret etmek de sabırdır. Dünyanın rahat ve refahı sabır ile elde edilir.
H Şükrü Yayıntaş Cenab-ı Hakk’ın 99 Adını bugün tamamlayarak çok kısada olsa da araştırarak, bilgi edinerek sizlerin istifadesine sunduk. Her kim Allah’ın 99 ismini ezberleyip manaları ile vücud bulursa sonsuz saadete ulaşmış olur. HŞY